
30 Mayıs 2010 Pazar
Black Mamba

29 Mayıs 2010 Cumartesi
Beat LA ?
28 Mayıs 2010 Cuma
Dün, Bugün ve Yarın #2: Bugün
Sezon boyunca 4-3-3 yazılıp çizildi, ama Galatasaray'ın uygulamaya çalıştığı (en azından ilk haftalarda ve sakatlıkların geçtiği dönemlerde) asıl mantalite total futboldu. 4-3-3 sahaya yayılım açısından en dengeli diziliş olduğu için bu mantaliteye en uygun taktik. Ancak bir zorunluluk değil aslında, sadece takımın belirli bir oyun alışkanlığı kazanması açısından sadık kalınması gereken bir plan. Oyuncu kadromuzun bu oyuna yatkınlığını ve seviyesini ölçmeye kale mevkiinden başlayalım. Bu tip bir futbolu dünyada en iyi oynayan (biraz cüretkar olursak Galatasarayla birlikte oynamaya çalışan tek takım diyebiliriz aslında!?) takım Barcelona olduğundan örneklerimiz de onlar üzerinden şekillenecek. Dolayısıyla Valdes'i ele alalım. Kalecilik meziyetleri çok üst düzey olmayan, ancak kesinlikle çizgisinde kalmayıp oyuna her an dahil olan, konsantrasyonu yüksek ve teknik olarak yeterli bir kaleci Valdes. Takımın geriden oyun kuran yapısına da bu şekilde katkı sağlıyor. Galatasaraya baktığımızda ne Aykut ne Ufuk bu özelliklere sahip kaleciler. Tam tersine kalecilik yetenekleri üst düzey ama ayakları düzgün olmayan çizgi kalecileri olarak nitelendirebiliriz, her ne kadar Aykut biraz kendini geliştirmiş gözükse de bu konuda. Dolayısıyla normal şartlarda bir transfer lazım bu mevkiiye. Ama yabancı kontenjanı sıkıntısı ve Türkiye'de daha iyi bir kaleci bulma şansımız olmaması düşündürücü. Sanırım bu ikili lig için yeterli olacaktır ama Avrupa hedeflerimizde yeterli olmaz.
Defansa gelecek olursak, öncelikle beklerden başlayalım. Türkiye'de çıkan bekler sevilir, Gökhan Gönül, Sabri, Caner vb. gibi. Bu beklerin arkalarında bıraktıkları boşluklara kimse dikkat etmez, yaptıkları bindirmeler alkış alır hep. Ama bu sistemde 2 adet çıkan bek kullanmak lüks bence. Bunun 2 sebebi var, 1.si defansif dengeyi bozmamak, 2.si takımın oyun planını asimetrik hale getirerek varyasyonları arttırıp rakip tarafından tahmin edilebilirliği azaltmak. Dolayısıyla ideal durumda her 2 kanada da 1 çıkan 1 defansif bek gerekir ki sakatlık vb. durumlarda sistem üzerinde majör oynama olmasın. Galatasaraya baktığımızda sağda Sabri Ali Turan Uğur, solda Hakan Balta Çağlar(?) ve yine Uğur var. Aslında sağda Çetin solda Berk gibi isimleri de unutmamak lazım ama altyapıyı çok fazla takip edemediğim için bu oyuncular hakkında sağda solda okuduklarım dışında yorum yapmam mümkün değil, rotasyon oyuncularının üstünde oyuncular olacaklarını düşünmüyorum şahsen. Hakan Balta kondisyonunu düzeltebilirse yeterli bir rotasyon, Uğur'un da kilo vermesi gerekiyor kadroya girebilmek için. Sabri'den hoşnut olmadığı söyleniyordu teknik kadronun, her zaman yer vardır bu takımda Sabri'ye ve yalnızca gösterdiği çalışma arzusu ve düzelme isteği bile ona bir sezon daha güvenmek için yeterli sebep.
Defans göbeğindeki oyunculara bakacak olursak Servet, Gökhan, Ali Turan, Neill ve Emre Güngör var. Yerden kısa paslarla çabuk oyun kurmaktan bahsediyoruz total futbol anlayışında. Dolayısıyla hız, teknik, çeviklik ve zeka ön plana çıkan faktörler. Tabii ki defansif görevlerini de yerine getirebilmeli. Servet bu sezon taktiğe ve takım oyununa uyum sağlayamadığını fazlasıyla gösterdi, dolayısıyla kendisiyle Galatasaray'ın da kendisinin de hayrına olacak bir şekilde uygun bir bonservis bedeliyle yolların ayrılacağını düşünüyorum. Gökhan da kendisine verilen şansı iyi kullanamadı, onunla da yollar ayrılabilir (takaslarda falan kullanılabilir, sonuçta hala milli takım oyuncusu). Neill zaten yeri banko bir oyuncu, Ali Turan ve Emre Güngör'se sisteme nispeten uygun yapılarıyla iyi yedekleyici oyuncular olabilirler. Ancak yine de sol stoperde bir eksiklik olduğu açıkça ortada.
Ön libero mevkiinde Mehmet Topal'ın gitmesiyle Musa Çağıran ve Mustafa Sarp kaldılar. Fazlasıyla yetersiz şu an bu mevki, kesinlikle bir transfer gelecektir. Defans bloğuyla orta saha arasındaki bağlantıyı kuran oyuncu olması bir yana, teknik oyuncuların daha ağırlıklı olacağı orta sahanın açıklarını kapatabilecek, "ısıran, basan, koşan" bir oyuncu olması gerekiyor bu mevkideki oyuncunun, Barcelona'dan ayrılma yolunda olan Touré gibi. Önündeki 2 oyuncuya baktığımızda işler biraz değişiyor. Galatasaray kadrosunda Barcelonadaki gibi sahaya mükemmel bir şekilde yayılıp gerçek bir central midfielder gibi hem ofansif hem defansif görevini yerine getirebilecek Xavi ve Iniesta yok. Dolayısıyla bir son zamanların popüler tabiriyle box-to-box bir de playmaker tarzı oyuncu kullanmak en mantıklı gözükeni. Aslına bakarsanız Iniesta da Xavinin bir adım önündedir dizilişte ama oyun içinde rolleri ofansta 49-51 defansta 51-49 falan paylaştıklarından eşit görevdedirler diyoruz. Playmaker oynayabilecek Arda, Elano ve yedeklerinde de Emre Çolak var, ama box-to-box sayılabilecek 2 oyuncumuz Barış ve Ayhan. Bu da takımın sezon boyunca yaşadığı orta saha sıkıntısının ve Elanonun bekleneni verememesinin özeti aslında. Bu mevkiiye bir transfer kesinlikle gerekiyor, Elano satılırsa 2 transfer hatta. Berkin'i de yavaş yavaş kadroya ısındırmak gerektiğini eklemeden geçmeyelim.
İleri 3lüyü incelemeye öncelikle kanat forvetlerden başlayalım. Barcelona'da bir kanatta Messi bir kanatta Pedro veya Henry. Messi içe kat eden, olağanüstü yetenekli, ceza sahasının içine veya yakınlarına sokulmak istenen oyuncu. İçe kat ettiği için arkasında çıkan bek Dani Alves var, çizgiden ona destek vermesi için. Galatasaray'ın Messi'si sene başında kıyaslandığı gibi Arda değil, Keita'dır (ya da kalırsa Gio). Yedeğe gelen Serdar Özkan transferi de gayet başarılı bir rotasyon hamlesi, ilk yarıda Aydın'ın yetersiz performansının bile rotasyon açısından etkili olduğu düşünülürse Serdar'dan da yeni takım+Arda Turan etkisiyle bunun bir çıt üstü bir performans beklenebilir. Sol kanada geçelim. Solda Arda ve Kewell var. Arda özellikleri bakımından 4-4-2'nin kanat oyuncusu, vuruşları zayıf ama kanatta çalım ve orta becerisi çok yüksek. Oysa ki Pedro'ya bakarsak 23 gollük bir katkı yaptığını görüyoruz bu sezon takıma, yine Henry de önceki sezon 26 gol atmıştı. Dolayısıyla soldaki oyuncunun ceza sahasına second striker olarak giren, soğukkanlı ve bitirici bir oyuncu olması gerekiyor. Kewell'ın her türlü sakatlığına ve hastalığına rağmen bu sezon verdiği performans da bu özellikleriyle açıklanabilir aslında. Ancak Kewell'ın gönderilmesi gündemde ve kalsa bile 6+2'nin +2sinden biri olur ancak bence. Bu açıdan yabancı transferi gelmesi gerek, veya gelmeyecekse Arda'nın acilen bacak kası çalışıp şutlarını geliştirmesi lazım. Kaldı ki Arda teknik özelliklerini ne kadar geliştirirse geliştirsin fiziksel özellikleriyle kısıtlanmış bir oyuncu, o kalça ve o bacak boyuyla hız ve çeviklik adına en iyi döneminde bile vasatın üstüne çıkması zor. Dolayısıyla bu mevki de her ne kadar Galatasaray'ın en sorunsuz yeri kağıt üzerinde kanat bölgeleri olarak gözükse de bana göre sorun çıkarabilir. Sadece Baros'un golleriyle ayakta kalmamız mümkün değil uzun maratonda, o yüzden bu mevkiye benzer bir katkı yapacak adam eksikliği olduğunu düşünüyorum.
Merkez forvet mevkine geçecek olursak Baros ve Mehmet Batdal'ı görüyoruz. Villa yazımda da değindim bu konuya o yüzden fazla uzatmayacağım, bu sistemde bana göre en yüksek verimi verebilecek oyuncu Etoo tarzında defansı yıpratan gol arayan savaşçı ve gol vuruşları da belirli bir düzeyde olan forvettir. Baros da bu tarza tam uyuyor, ve takımın varlığıyla yokluğuyla en kilit oyuncusu. Yedeğinde Mehmet de farklı özellikleriyle yeterli bir yedek, ama yapılacak maç sayısı düşünüldüğünde Anıl ve Cem Sultan yeterli görülmezlerse 2. bir yedek de alınabilir.
Değerlendirmenin son parçası teknik ekip. Rijkaard ligi tanıdı demişti Atahan ilk yazıdan sonra başarısızlık eleştirime karşı olarak, doğru tabii ki bu. Türkiye liginin oyun mantalitesinin ne olduğunu ve maalesef ne olmadığını gördü, buranın kendine özgü bazı kurallarına da uyum sağlamıştır. Ama geldiği sene o yapamasa da Bursaspor devrimi yaptı, bu sene onun elinde de Türk futbolunu bir üst noktaya taşıma fırsatı var. Türkiye futbol tarihinde ilkleri yapan takım hep Galatasaray olmuştur, bu sezon da yeni bir fırsat bizim açımızdan. Takımın bütünlüğünü kaybettiği ve moral olarak çok da iyi durumda olmadığı düşünüldüğünde Dünya Kupası herkes için iyi bir mola, her ne kadar sezon yine erken sayılabilecek bir tarihte açılacak olsa da. Fırsatları daha iyi değerlendirebilir ve daha kararlı olabilirse Rijkaard, hatalarını tekrarlamaz ve bu sene zor gözüken hedefler gerçek olabilir..
27 Mayıs 2010 Perşembe
Galatasaray-Acıbadem-Medical Park
Biliyorsunuz Galatasaray sağlık ekibi çok tartışılıyor. Türküde söylendiği gibi gidenin gelmediği bu ekibin "kurbanları" olarak Serkan Çalık, Linderoth, Kewell, Uğur Uçar gibi oyuncular sık sık dillendiriliyor. En son Kewell'ın sakatlığında yanlış tedavi edildiği iddiaları vardı, her ne kadar staplerin dikişten farkı olmadığı ve sakatlığın uzamasının yanlış tedavi değil, baştan fazla yüksek konulan beklentiler olduğu söylenmişti (ki sakatlığın osteitis pubis olduğu ve bu sakatlığın kısa sürede iyileşmesinin mümkün olmadığıydı benim bu konuda duyduğum en kesin bilgi, ilgilenenler bu sakatlık hakkında daha detaylı inceleme yapabilir). Sonuçta tıp konusunda bir uzmanlığım yok, bu konuda ahkam kesecek bir bilgim de yok. Dolayısıyla sağlık kuruluna hata yapıyorlar ya da yapmıyorlar demek çok da doğru olmaz bence. Ama benim takıldığım bir nokta vardı, sahibi Fenerbahçeli olan (hatta son dönemde Fenerbahçe başkanlığı için adı geçen) bir firmayla çalışıyorsak ve bu oyuncular bu kadar uzun süre sakatlıklardan kurtulamıyorlarsa, tedavilerde bir art niyet olma olasılığı var. Bugün resmi sitede açıklanan bir haberle 2010-2011 yılından itibaren Medical Park'la çalışacağımız duyrulmuş. Medya Bilgilendirme başlığıyla duyrulan haberin tam metni şöyle:
Galatasaray Spor Kulübü ve “Herkes İçin Sağlık” sloganıyla kaliteli sağlık hizmetlerini tüm Türkiye’ye ulaştıran Medical Park Hastaneler Grubu’nun 2010-2011 sezonu itibariyle başlatacağı büyük işbirliği 28 Mayıs 2010 tarihinde Swiss Otel’de düzenlenecek imza töreni ile hayata geçecek.
Galatasaray Kulübü Başkanı Adnan Polat, Başkan Yardımcısı Yiğit Şardan ve Medical Park Hastaneler Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Muharrem Usta’nın katılımıyla düzenlenecek törende sizleri de aramızda görmekten büyük mutluluk duyacağız.
Medya mensuplarının bilgisine sunulur.
Umarım Galatasaray için hayırlı olur, gelecek sezon sağlam ve alternatifli bir kadroya ihtiyacımız olacak hedeflerin büyüklüğü ve çokluğu düşünüldüğünde. Bu açıdan en azından imaj açısından olumlu bir hamle olduğunu düşünüyorum etkilerini göreceğiz. Fotoğraftaki adam ve Galatasaray'daki geleceği hakkındaki yorumlarımız da birkaç güne gelir heralde bu arada..
24 Mayıs 2010 Pazartesi
Zararın Neresinden Dönülse..

Ligin güzel futbol oynamaya çalışan nadir ekiplerinden Gaziantep'in başına antipatinin sözlük anlamı olan bu adamın geldiği haberi gelmişti. Jose Couceiro'nun gönderilmesi bir yana, bu kadroya belki de en az uygun düşen adamın Bülent Uygun olduğu ortadayken büyük bir yanlış vardı Antep yönetimi adına. Bugün Bülent Uygun'la sözleşme imzalamaktan vazgeçtiği haberi geldi Antep'in. Her ne kadar yanlıştan dönülmüş olsa da, Türkiye'de yönetimlerin ne kadar profesyonel(!) yönetildiğine güzel bir örnek bu. Bu kafa yapısıyla Yıldırım Demirören bir 8 milyon daha verse yine başarı gelmez. İlginç bir diğer nokta da Bülent Uygun'un olayı medyadan öğrenmesi. Bundan önce de Beşiktaşlı Fahri'nin haber verilmeden böyle gönderildiğini hatırlıyoruz, gerçekten komik geliyor bana bu haberler..
23 Mayıs 2010 Pazar
CL Finali: Boynuz Kulağı Geçmiş...
Maç öncesi kadrolar açıklandığında Mourinho'dan zekice bir hamle gelmiş olduğunu gördük. Ribery'nin cezasıyla iyiden iyiye tek kanatlı kalmış Bayern'in özel işler yapabilecek tek oyuncusu Robben'in karşısına sağdan devşirme sol bek Zanetti'dense stoper sol bek Chivu'yu koyup, Milito ve Pandev'in desteğiyle orayı kilitleyerek daha maç başlamadan 1-0 yaptı Portekizli ustasına karşı. Van Gaal ise biraz da dar kadro sıkıntısından beklenenden çok da şaşmamıştı. Geçen hafta Van Gaal kendisine Mourinho hakkında düşünceleri sorulduğunda aralarındaki farkın kendisi kazanırken güzel futbol oynatmayı da amaçlarken Mourinho'nun tek hedefinin kazanmak olduğunu söylemişti. Maç da bu doğrultuda başladı. Dengede ama topa daha çok hakim olan tarafın Bayern olduğu bu gidiş aslında tam da Mourinho'nun istediği plandı çünkü rakibin maç içerisinde gördüğümüz gibi yetersiz kalan savunma tandemini öne çıkarak Milito-Pandev-Etoo-Sneijderle hızlı oyunlarla ve tek pasla rakibi vurmayı planlamıştı.
Bu planın gerçeğe dönüşmesi de fazla uzun sürmedi. Julio Cesar'ın degajında savunmanın bir anlık konsantrasyon kaybı, Sneijder'in güzel ara pası ve Milito'nun mükemmel bitirici vuruşuyla birleşince gol geldi. Maçtan önce Mourinho'ya sorsalar maç için kafandan ve gönlünden geçen senaryo ne diye, sanırım böyle bir şey çizerdi... İlk dakikalarda birbirini tartan takımlar, derken ilk yarı bitmeden gelen gol ve 2. yarı rakip atak yaparken yine kontradan 2'yi bulma.. Finalde oynayamadığı için çok sevindiğim karaktersiz adamın yokluğunda Robben elinden geleni yaptı. Aslında buraya kadar gelene kadar yaptıklarıyla hak etmişti Bayern Münih şampiyonluğu, her ne kadar şans faktörü çok büyük rol oynamış olsa da. Ama finalde Mourinho ve takımı Van Gaal'i alt etti. Mourinho ve takımı dememin sebebi, takımın Mourinho'nun futbol felsefesini tam olarak yansıtabilecek futbolculardan kurulu olması. Nedir bu felsefe? Modern futbolda teknik yetmiyor, tekniği hızla ve mücadeleyle birleştirmek gerek. Mourinho'nun oyuncuları da rakibinin açığını bulana kadar oyun disiplininden kopmayarak takım halinde mücadele ediyor, ilk fırsatta da rakibinin hatasını hızla değerlendiriyor. Bu maçta Etoonun, Milito'nun, Cambiasso'nun yaptıklarına dikkat ederseniz dediğim daha iyi anlaşılacaktır.
Ancak yine de Bayern kötü oynadı demek mümkün değil. Belki daha iyi oyuncuları olsa bu finali alabilirlerdi. Ama bence Van Gaal yaptığı değişikliklerle Mourinho'nun tuzağına düştü. Olic yalnız kaldığı için 2. forveti oyuna aldı, ama Hamit'i çıkararak orta sahayı iyice oyundan düşürdü. Bu takıma yakışmadığı açıkça belli olan Müller dururken her ne kadar Maicon tamamen etkisiz hale getirmiş olsa da Hamit'i oyundan çıkarması bence yanlıştı. 2. golün gelişinden önce Bayern ataklarının azaldığı dönemde de bu değişikliğin etkisi var, 2. golden sonra kurulan baskıda da. Dünyanın alanı en iyi savunan takımına karşı Van Gaal de gol için ekstra bir şeyler yapması ve şanslı olması gerektiğini biliyordu, değişiklikleri de biraz bunun çaresizliğiyle açıklanabilir sanırım. Maçın adamı sadece attığı gollerdeki mükemmel vuruşlarıyla değil, takımı diri tutup rakip savunmayı sürekli yıpratan, ayağındaki topu saklamasını ve takım arkadaşlarına aktarmasını müthiş bir başarıyla beceren Milito'dur. Ama maçın ve sezonun kahramanı, tahminen Milano'ya dönüş bileti almamış olan Mourinho'dur. Maç bitmeden Van Gaal'i kutlayarak büyüklüğünü bir kez daha kanıtlayan, kazanmak için doğmuş bu özel adamı kutluyor, fazlasıyla şişik egosunu biraz da biz şişiriyoruz burdan...
Game Over Insert Coin
22 Mayıs 2010 Cumartesi
The Terry Family
John Terry vakasından sonra futbolcu abisi Paul Terry'nin de takım arkadaşlarından birinin nişanlısıyla ilişkisi olduğu ortaya çıktı. Kan çekiyor derler ya, her ne kadar futbol yeteneği konusunda o kadar benzememişlerse de çapkınlıkta benzemişler. Türkiye'de böyle bir şey düşünüyorum da... Benim asıl merak ettiğim nokta şu yukarıdaki adamın nasıl 25 yaşında kızı tavladığı. Hayır sanırım kız sadece Terry familyasından diye beraber olmuş adamla yoksa bakıyorum bakıyorum inandırıcı gelmiyor :)
21 Mayıs 2010 Cuma
Bernabéu'da iki Hollandalı
20 Mayıs 2010 Perşembe
David Villa Barcelona'da
Şimdi tabii bu başlık ironik. XxX Galatasaray'da başlıklarına alışmış biri olarak ilk aklıma gelen başlık bu oldu açıkçası. Serdar Özkan ve Mehmet Batdal transferlerini yazmayıp bu transferi yazmamın ironisi yani biraz da.. Bu transferlere de değinmişken kısa bir yorum yapalım ama başka bloglarda çok yazıldı çizildi zaten, ikisi de rotasyona yönelik hamleler ve özellikle yerli oyuncu sıkıntısı çektiğimiz düşünülürse Bosman olmaları bakımında başarılı transferler. 2 oyuncudan da ortalama bir yedek performansı alıcağımızı düşünüyorum, bundan fazlası da beklenemez zaten.
Asıl yazı konusuna dönecek olursak, bu sezon Ibra'dan beklediği verimi alamayan (ya da aslında tam beklediği verimi alan) Barça kadroyu 40M'ye Villa'yla takviye etti. Bu transferi sadece forvette eksiklik görüp oraya kaliteli bir oyuncu almak olarak yorumlamak çok basite indirgemek olur meseleyi tabii ki, altında yatan sebeplere bakmak lazım. 4-3-3 sistemi Türkiye'de çok yazılıp çiziliyor, ve bu sene Galatasaray'da net bir şekilde gördüğümüz üzere en kritik mevkilerden biri merkez forvet. Bu oyun anlayışını benimseyen takımlarda şu ana kadar 2 tip oyuncu görev aldı merkez forvet mevkiinde: boyu kısa ancak savunma arkası koşularla savunmayı yıpratan ayağına hakim forvet (bkz. Etoo, Baros) ve boyu uzun daha az hareketli fakat bitiricilik ve hava hakimiyetiyle takıma farklı şeyler kazandıran forvet (bkz. Ibra, Jo demek istemiyorum çünkü Jo'nun Galatasaray performansı yazı için yanıltıcı olabilir). Etooyu takım bütünlüğünü bozduğu için gönderen Guardiola, onun yerine 2. tip forvet olan Ibra'yı almıştı. 2 karşıt görüş vardı kamuoyunda, 1.si Ibra'nın özel bir oyuncu olmasıyla sistemi farklılaştırarak daha da mükemmel hale getireceği, 2.si ise sisteme uyum sağlayamayarak başarısız olacağı. Aslında başarısız mı oldu Zlatan Ibrahimovic, hayır. Takım geçen seneye oranla daha az pozisyona girdi ama daha iyi kullandı girdiği pozisyonları. Belki de Mourinho gibi bir taktik dehayla karşılaşmasalar yine CL gelecekti. Ama çıkan tablo geçen seneye oranla başarısız :)
Bu transferle Guardiola'nın eski düzene döneceği tahminindeyim. Villa Etoo'nun görevini tam olarak yapabilir mi, hayır. Etoo bana göre bu sisteme tam olarak uygun olan oyuncuydu, defansı onun kadar yıpratmasını bekleyemeyiz Villa'dan. Ama bitirici vuruşlardaki performansını biliyoruz. Ayrıca İspanya Milli Takımı'ndan Xavi-Iniestayla uyumu ve ayaklarına hakimliği onun Ibra'dan iyi uyum sağlayabileceği düşüncesini uyandırıyor bende. Ama maliyet olarak 2si de kenarda oturmaması gereken oyuncular (ve kalite olarak da). Bu da tabii bir sorun oluşturuyor. Mesela Galatasaray'da 1. tip santrfor Baros, 2.si Mehmet Batdal olduğundan tercih belli ve kimin yedek kalacağı da belli. Ana Barcelonada durum böyle değil. Çift forvete dönülmesini beklemiyorum tabii ki. Ama Ibra belki Henry gibi kullanılmaya çalışılabilir. Veya Ibrahimoviç'in satılması da gündeme gelebilir. Bu sorunlar da bu transferin gerekliliğini sorgulatıyor bize. Bu transferin bu sene rekor puanla zar zor şampiyon olmanın, yani Galacticos'un yarattığı rekabetin doğal sonucu olduğu fikrine varıyorum. Ama Barcelona geleneğine uymuyor bence 2 senedir böyle uçuk bedellerle transfer yapmak. La Masia'dan her sene yeni yıldızlar yetişirken, sanırım endüstriyel futbol dediğimiz kavram her geçen gün önemini arttırmasa bu transferler de olmayacak. Bu transferlerle La Liga'daki uçurum da artık geri dönülmez hale geldi bana göre.. (en azından Dubai ya da Rusya etkisi olmadan..)
Win or Go Home !! Lakers Suns Batı Finali
19 Mayıs 2010 Çarşamba
Win or Go Home !!! Orlando - Boston Doğu Finali
18 Mayıs 2010 Salı
Lakers Suns Batı Finali
Gelelim bu Play off'ların hücum anlamında en zevkli serisine. Gerçekten çok akıcı ve göze hoş gelen basketbol oynayan iki takımın karşılaşması, basketbolseverler açısından bir şölen niteliğinde. Spurs gibi bir ekolü süpürerek gelen Suns'ın (ki burda çok ilginç bir istatistik göze çarpıyor, Spurs Duncan geldikten sonra sadece bir kere, o da 2001 yılında, Konferans Finallerinde Suns'ın şu anda rakibi olan Lakers'a süpürülmüş) son şampiyon Lakers karşısında neler yapacağı merak konusuydu.
Maça hızlı başlayan Suns, devamını getiremedi ve maç üçüncü çeyrekte koptu. Zaten Suns koçu Alvin Gentry son çeyrekte Nash'i oyuna bile almadı. Yalnız maçı Suns kötü oynadığı için kaybetti dersek, onlara haksızlık etmiş oluruz zira felaket şut atan Frye ve Dudley dışında kötü oynayan yoktu diyebiliriz. Sezon içinde bol dakika alan Suns yedekleri, serinin kaderini çizecek gibi görünüyor. İlk Maçta çok kötü oynayan Frye (7'de 1 üçlük, 3 sayı) bence ikinci maçta performansını yükseltecektir. Frye'ın atacağı sayıların yanında, Gasol - Bynum ikilisi aynı anda sahada olduğunda birini dışarı çıkmak zorunda bırakabilir. Bu sebeple Lakers savunmasını açmak açısından çok önemli. Bence Lakers'ın her oyun kurucusundan daha iyi olan Goran (Phil Jackson telaffuzuna göre Dracig) Dragic'e gelirsek, sahada olduğu anlarda çok iyi performans veriyor ve daha önemlisi, takım organizasyonunun aksamasını engelliyor. Bu da yaşlanan Nash'in daha çok kenarda oturarak dinlenmesini sağlıyor. Bu oyunu devam ettirmesi Suns açısından çok önemli.
Suns cephesinden son olarak Nash ve Amare ikilisini değerlendirmek lazım. Amare, ilk maçta gerçekten inanılmaz şut attı. Bu performansı devam ettiremese bile en azından belirli bir seviyede tutturması şutların yanı sıra boyalı alan da aktif olması Suns açısından çok önemli. Zaten şut ağırlıklı olan bir takım olan Suns'ın pota altı güçlü olan Lakers'a karşı iç dış dengesini korumasını kolaylaştırır. Steve Nash'i ise gözünün hiç rahatsız etmediği ortada. Guard rotasyonu çok zayıf olan Lakers'a karşı önümüzde maçlarda bu maçtan da iyi oynamasını bekleyebiliriz.
Lakers tarafındaysa herşey mükemmeldi. Şutların girmesinden çok, Kobe'nin alıp atmadığı poziyonlarda organizasyonun iyi olması önemliydi. Gerçekten Lakers cephesinde herkes kendinden bekleneni fazlasıyla yerine getirdi. Onlar adına tek sorun ise, bu kadar harika oynadıkları bu maçı koparmak için ellerine geçen fırsatları değerlendirmedeki beceriksizlikleriydi. Her seferinde, tam Lakers son darbeyi vurup maçı kazanacakken, Suns bir geri dönüş yaptı. Fakat her maç bu kadar iyi oynayamayacaklar ve ellerine gelen fırsatları böyle harcamaya devam ederlerse maçları hatta seriyi bile kaybedebilirler.
İlk maçta Gasol - Odom ikilisinin harika performansının yanında Artest'in olgun ve yüksek yüzdeli oyunu çok önemli bir artıydı Lakers için. Zira ilk iki serinin aksine bu seriyi geçmek için onun da katkı vermesine ihtiyaçları var.
Bir parantez de bu adama açmak lazım. 40 sayıyla inanılmaz oynadı Kobe. Onun bu seviyede oynadığı maçlarda Lakers'ın kaybetmesi imkansız gibi gözüküyor. Ayrıca iki seri arasında hiç antrenman yapamamış olduğu ve yüzde yüz performans veremeyeceği dedikodularına da sert bir cevap verdi süperyıldız. Lakers'ın ilerlemesi için onun sağlık durumu belki de en önemli değişken. Sağlık demişken, Bynum'dan bahsetmemek olmaz tabi. Dizi gittikçe kötüye giden yıldızın dakikaları ve efektifliği gitgide düşmekte. Onun sahada olması Lakers'ın güçlü olduğu pota altında rakiplerini ezmesi için gerekli.
Yazımızı bitirirken, ikinci maçtan bahsedelim biraz. Lakers'ın ikinci maçta da böyle olağanüstü bir şut performansı gösterme ihtimali düşük olduğundan, maçı koparmak için ellerine geçen şansları iyi değerlendiremezlerse hüsrana uğrayabilirler. Suns'da da yedekler (özellikle Frye) ikinci maçta performanslarını yükselteceklerdir. Frye'ın performansını yükseltmesi, Lakers'ın savunmasında sorunlar yaratabilir. Suns yedeklerinin Lakers yedeklerine kağıt üzerinde olan üstünlüklerini sahaya taşımaları, ikinci maçın ilk maça oranla çok daha yakın geçmesine neden olacaktır. Eğer Lakers karşısında daha iyi oynayan bir Suns bulur ve yakalayacağı şansları değerlendiremezse, Arizona'ya 1-1 gitmek zorunda kalabilir.
Dün, Bugün ve Yarın #1: Dün
Evet bugünle birlikte transfer sezonunu açtık. Galatasaray Serdar Özkan ve Mehmet Batdal transferlerini resmen duyurdu bugün. Ama bugünkü yazımızın konusu bu değil, bugün bu hafta içinde tamamlamayı umduğum bir yazı dizisi başlatıyorum. Galatasaray'ın bu sezonunu, şu anki durumunu ve gelecekte ne yapması gerektiğini tartışacağız bu yazılarda. Blogun diğer Galatasaraylı yazarlarıyla da fikir alışverişinde bulunarak kendimizce durum değerlendirmesi yapmaya çalışacağız.

Öncelikle geçen sezonu, yani dünü değerlendirerek başlıyoruz. Sezonu erken açan Galatasaray verimli bir kamp geçirdi Antalya'da. Genç oyuncuların ön plana çıktığı bu kamptan akılda kalan isimler Emre Çolak ve Serdar Eylik'ti ama Emre kimilerine göre şaşırtıcı bir kararla A takıma alınmamıştı. Hepimiz sabır yeminleri ettik, bu seneyi feda etmeyi göze aldık. Tobol maçlarından sonraki futbol da umut vericiydi. Ligin açılmasıyla birlikte yıldız transferlerimizle heyecanlı ve umutluyduk. Rijkaard'a herkesin güveni tamdı ve kazandıracaklarını merakla bekliyorduk. İlk haftalardaki pas yüzdesi, topla oynama yüzdesi ve bol gollü galibiyetler takımın eksikliklerinin üzerini kapadı. Bizim de gözümüzü boyayarak takıma gereksiz bir hava pompaladı. Burada Elano'nun gelişiyle takımdaki taşların oynamasına da değinmek lazım. Arda sene başından beri yaratılan büyük kaptan, 10 numara, haginin veliahtı etiketleriyle playmaker oynarken birden eski mevkisi sol açığa kaydı. Bu durumun Arda'yı etkilemesi kaçınılmazdı. Kaptanın kafası rahat değilken geminin tam gaz yol alması da beklenemezdi zaten. Art arda geldi puan kayıpları ve Kadıköy'de verdiğimiz Baros ve Keita kayıplarıyla takım sisteminden taviz vermek zorunda kalacaktı. Defansif ortasaha oyuncularının daha çok görev aldığı bu yapıda takım iyi oynar gözüktü birkaç maç. Kewell'ın üst düzey skorer performansının etkisi büyüktü bu sonuçlarda. Ama takımın iyi gitmediği, özellikle Baros'un sistemde alternatifsiz olduğu net bir şekilde görülmekteydi.
Bu yüzden devre arasında transfer çabasına girdik. Önce defansa sene başında isteyip alamadığımız Neill'ı aldık. Sonrasında Baros'un sakatlığında forvet mevkiini doldurmak için Jo'yu kiraladık. Ve son olarak da Rijkaard'ın özel isteğiyle Gio Galatasaray kadrosuna katıldı 6 aylığına. Volkanın kocası Nonda'mızla yolları ayırmak zorunda kaldık. Bu transferlerle artık Galatasaray kadrosu dream team niteliği kazanmış gibi gözüküyordu. Ama Baros'un sakatlığının uzaması, üstüne Kewell'ın sakatlanması, Gio'nun maç eksiği ve Jo'nun sakatlığı ve gece alemleri derken takımda ayakta kalan tek isim Keita'ydı resmen bu periyotta. Yine de rakiplerin de kötü performansıyla fena gitmiyorduk ve sakatların iyileşmesiyle sene başında pek de ihtimal vermediğimiz şampiyonluk umutlarınu canlandırdık. Bu dönemeçte oynanan Kasımpaşa maçında Galatasaray Türkiye liglerinin çok üstünde bir futbol oynayarak yerli Barcelona'yı paspas gibi eziyordu ve hodri meydan diyordu rakiplerine. Ama işler istediğimiz gibi oldu. İleri uçta beceriksizlikler, geride ise bireysel hatalarla Trabzon ve Fenerbahçe'den puan alamayarak şampiyonluğu elinin tersiyle itti Galatasaray. Diyeceksiniz ki sen yazının başında demedin mi zaten hedef şampiyonluk değildi diye. Yazının başına dönelim. Hedef geleceğe bir temel atmak, yeni şeyler öğrenerek Türkiye standartları için uzay futbolu oynamaya ilerlemekti. İşte bu senenin başarısız sayılmasının asıl sebebi budur benim gözümde.
Galatasaray şampiyon olmak için sisteminden fazla taviz verdi. Türkiye şartları Rijkaard'ı normalde yapmayacağı hatalara, vermeyeceği kararlara zorladı. B planı denile denile A planı yok oldu, futbolcular sene başında öğrendikleri duran top organizasyonlarını bile unuttu. Medya her fırsatta takım içi düşmanlığı körükledi, kaptanın kafasını karıştırdı, takıma çomak soktu. Derken kopuk, takım olamamış, değil total futbol 2 pası zor yapan bir takım ortaya çıktı. Yani bu sezonu gözden çıkarırken umduğumuz sezonu hazırlık senesine dönüştürme amacı başarısız oldu. Hiç mi bir şey kazanmadı Galatasaray diyeceksiniz, kişileri kazandı Galatasaray. Keita'yı, Neill'ı ve Sabri'yi sayabiliriz bu kazanımlara. Ama kayıplar belki de en kötü kabusumuzdan bile fazla. Ve seneye Rijkaard'ın elinde geçen seneki bütçe olmayacak. İşimiz daha da zor belki de. Tekrardan 0dan, başarısız olmuş ve hayal kırıklığına uğramış bir kadroyu birkaç takviyeyle motive edip 3 kulvarda koşturmaya çalışacak Rijkaard. Umarız bu sefer taviz vermeden, hem kendi hem de Galatasaray isminin farkında olarak hiçbir şeyden korkmadan..
Orlando Boston Doğu Finali
Birbiriyle taban tabana zıt olan iki takımın tek ortak noltası belki de, ligin en iyi savunma takımlarından olmaları. Boston'a baktığımızda, her oyuncunun - belki Garnett'i ayrı tutabiliriz. - kendinden beklenen performansa yaklaştığını görüyoruz. Gerçekten, özellikle Pierce, Lebron'dan kurtulduktan sonra oyundan ne kadar zevk aldığını herkese gösterir nitelikteydi. Zaten Boston, son çeyrek dışında üstün oynayan takımdı ve farkı önemli seviyelerde tutmayı başardılar. Pierce'la beraber, Ray Allen'ın performansına da değinmemiz gerekir. Allen bu play off'larda Boston kariyerinin en iyi dönemini geçiriyor. Özellikle Orlando maçında 25 sayı 7 ribaunt ve 3 asistlik performansıyla maçta fark yaratan oyuncu oldu. Beklenenlerin altında kalan Garnett ise, şut bakımından iyi bir gün geçirmediği için 8 sayıda kaldı. Celtics'in galibiyetindeki en önemli pay ise, gerek ikili sıkıştırmalarla gerek de birebir savunmada Orlando'nun hücum organizasyonunu bozmalarıydı.
Orlando cephesinde ise, en büyük soru işareti kariyerinin ilk konferans finalini oynayan Vince Carter'ın bu seviyede nasıl bir performans vereceğiydi. Bir yıldız gibi oynayan Carter, Nelson'la beraber takımının en etkili ismiydi ve oyun her sıkıştığında elini taşın altına koydu. Özellikle geri dönüş yaptıkları son çeyrekte çok iyi oynayan ikili, ileriki maçlar için umut verdi. Magic'te beklenen altında kalanlarsa, tabi ki Lewis - Howard ikilisiydi. Toplam 20'de 5 şutla 19 sayıda kalan ikili, mağlubiyetin en büyük sorumlularıydı diyebiliriz. Howard'ın yaptığı 7 top kaybı da, sert Celtics savunmasına karşı ne kadar zorlandığının kanıtı. Sertlik demişken, içine Robert Horry kaçmış Rasheed'den bahsetmemek olmaz herhalde. İki hücumda 24 saniyenin sonunda üçlükleri atan veteran, Howard'ı çok sert savundu ve yer yer oyun kurallarının dışına çıkarak onu oyundan soğutmaya, germeye çalıştı ve başarılı oldu da diyebiliriz. Lewis'in ise şut performansının felaketliği (6'da 0 üçlük), Orlando'nun direnememesinin en büyük nedenlerindendi.
Gelelim seriye gene bakışa. Boston cephesinde işler şimdilik iyi gidiyor. Perkins,ucuz hücum fauller yapmayı kesip sertliğini savunmada kullanabilirse, Boston için sorun kalmaz. Zaten takımın geneli iyi oynuyor, bu formu sürdürmeleri başarı olacaktır. Orlando açısındansa söylenmesi gereken çok şey var. Öncelikle Howard konusuna değinmek lazım. Howard, hücumda çok zorlandı ilk maç. Arkasında sağlam duran Perkins - Rasheed ikilisi iyi savunma yaptıkça da işi zor. Burda onun nerde ve nasıl top aldığı çok önemli, geçen sene Hidayet olduğundan bu konuda sorunları yoktu. Howard kötü de oynasa, takım onu unutmamak zorunda. Tabi o da sinirlerine hakim olmalı. Arkasında boğuşmak zorunda kaldığı Perkins ve rakibi kızdırmayı çok seven Rasheed var. Özellikle Rasheed karşısında bu seride çok önemli bir sınav verecek Howard.İkinci maça mental olarak çok iyi hazırlanacağını ve iyi performans vereceğini düşünüyorum. Yine bu akşamki ikinci maçta Carter kilit rol oynayacak. Oyunun sıkıştığı anlarda vereceği katkı Orlando açısından çok önemli.
Bence serinin en kritik eşleşmesi Nelson - Rondo. Burada hangi guard'ın üstünlük sağlayacağı çok önemli. Nelson, hiçbir zaman top dağıtımı konusunda çok başarılı bir guard olmadı. Fakat Boston gibi yardım savunmasını çok iyi yapan bir takıma karşı Play off'da iyi organize olamazsanız, şansınız kalmaz. Bu yüzden Nelson'ın bu konuda sorumluluk alması çok önemli. Rondo zaten Nelson'a kıyasla üst düzey bir oyuncu ve bunu Cavs serisinde de gösterdi. Eğer bu eşleşmede üstünlüğü sağlayabilirse, bence Celtics saha avantajıyla beraber bir adım önde olur. Tabi olası uzun bir seride veteranlardan oluşan Celtics takımının ilk maçtaki performansını ne derece sürdürebileceği de soru işareti. Celtics'in normal sezonda kendi sahasında kaybettiği maçların çok olmasının Play off için bir ölçü olduğunu düşünmüyorum.
Son bir parantez de hakemlere açalım. İlk maçta sertliğe çok izin verildi. Eğer bu, tüm seri boyunca böyle devam ederse, bu sertliği daha çok seven takım olan Celtics'in lehine olur.
Unutulmayacak

Bundan 10 yıl önce, bilmiyordum maçın önemini hem Türk futbolu açısından hemde Galatasaray açısından her maçta olduğu gibi karşı komşuya gitmiştik abimle maçı izlemeye. Maçı çok net hatırlamasam da aklımdan çıkmayan pozisyonlar var. Bergkamp’ın 6 pastan üstten auta attığı top ve Taffarel’in efsanevi kurtarışını çok net hatırlıyorum o zamanlar küçük olmama rağmen. Popescu penaltıyı gole çevirdikten sonraki sevinçleri yarıda kesip reklama giren TRT’ye sinirlenip komşunun masayı kırmasını da, sonra arabayla tur atmaya gittiğimizi de hayal meyal hatırlıyorum ama o zaman
Galatasaray’ın ne büyük bir iş başarmış olduğunun farkında değildim. Ama sonradan farkına vardığımda o günleri hayal meyal hatırlamanın bile büyük bir şans olduğunu anladım. Popescu’nun penaltı atışını her gördüğümde ise tüylerimin diken diken olmasının gururunu hala yaşıyorum.
O başarı her ne kadar tekrarlanmasa da Galatasaray’ın , Türk futbolunun neler yapabileceğini göstermiştir bizlere. Galatasaray ne zaman bi galibiyet serisi yakalasa 2000 ruhu dedirtmiştir medyaya. Ve her yıl umutlandırmıştır bizleri Galatasaraylıları o kupa ve belki bu sene belki önümüzdeki belki daha da sonra Galatasaray tekrar sahip olacaktır o kupaya ama 2000 senesinde yazılan tarih hiçbir zaman unutulmayacaktır unutturulmayacaktır…
17 Mayıs 2010 Pazartesi
Born Loser

Yaz dönemine girilirken blog açmanın zorlukları, asparagas transfer haberleri, geleceğe dair planlar ve geçen senenin yorumlaması hariç yazacak bir şey bulamamak. Hazır en azından son haftaya yetişmişken, haftada olup bitenlerin genel bir yorumunu yapmak lazım. Ekstra olarak bu başlıktan futbol harici sporlarla pek ilgilenmediğim sonucu çıkabilir, doğruluk payı var ama istisnaları da var..
Türkiye futbol tarihini değiştiren bir haftayı (ve seneyi) geride bıraktık. 4 büyüklerin hegamonyası kırıldı. Ertuğrul Sağlam çok büyük bir başarıya imza attı gerçekten, Bursa şehri de Sivasın aksine şampiyonluğu kaldırabilecek bir şehir olduğunu kanıtlayınca bu sonuç aslında çok da şaşırtıcı değildi ama Türkiye şartlarını düşününce bu sonuç belki de Anadolu takımları için bir devrim olacak. Football Manager'da yapmak kolay bak adam Salvio olmadan gerçekte yaptı diyerek blogun fenerli yazarı Hrvoje'ye bir gönderme yapmadan geçmeyeyim burada :)
Sezonun değerlendirmesini önümüzdeki günlere bırakarak haftanın değerlendirmesini yapalım. Her ne kadar Galatasaraylı olsam da şampiyonluk yarışı dururken iddiasız maçı izlemeye ikna edemedim kendimi. Ama yine de az çok baktım tabii ki durum nasıl diye maça. Cumhur Galatasaray altyapısında fazla adı duyulmayan bir isimdi, performansı öyle ahım şahım değildi belki ama ayağı düzgün gözüktü bana. Biraz tecrübe ve kuvvetlenmeye ihtiyacı var diye düşünüyorum. Emre Çolak hakkında görüşüm belli, Arda değil ancak Alex olur bu çocuktan bu fizikle ve onun için de oyun vizyonunu çok geliştirmesi lazım. Yine de yaptığı hareketlerle farklılığını gösteriyor tabii es geçmemek lazım. Sonuçta beyninde sezonu çoktan bitirmiş Galatasaray takımı için anlamsız bir maçtı, Thomas Doll'le sene başından beri fena top oynamayan Gençlerbirliği'ne mağlup olduk.

Gelelim şampiyonluk yarışına. Fenerbahçe Trabzon maçıyla başlayacak olursak, ilk dakikalardaki Fenerbahçe baskısından sonra golün geleceği belliydi. Açıkçası maçtan önce de Fenerbahçe galibiyeti bekleyen benim için bu tempo moral bozucu olmuştu, her ne kadar 2 takımı da sevmesem de Bursaspor şampiyonluğunu tercih ederim tabii ki. Derken Güiza 2 kaçırdıktan sonra golü attı ve o dakikadan sonra tempo biraz düşer gibi oldu. Bursa-Beşiktaş maçından ise güzel futbol umudum yoktu benim. Bursasporun kontratağa dayalı olan, Beşiktaşınsa olmayan hücum anlayışıyla 0-0 gibi bir sonucu olası görüyordum. Beşiktaş tarafında Batuhanın geçen gün Eskişehir'e satıldığı ortamda forvette Nobre'yi görmek güldürdü beni. Bursa biraz daha derli toplu gözükse de bir aksiyon yoktu maçta. Derken Trabzonsporun gol haberi geldi. Burak Yılmaz'ın bana göre yüzde yüz istemeden attığı golle beraberlik gelmişti. Maçın o ana kadarki gidişiyle Fener en az 2 tane daha atar 3-1 alır gibi gözükürken pratikte öyle olmadı. Bu gol Bursa'ya ve Trabzon'a direnç, Fenerbahçe'ye panik olarak yansıdı. Defans-kaleci hatalarıyla gelen Bursa golleriyle ibre iyiden iyiye Bursa'ya döndü. Devre olurken saatin 20.45 olması benim için çok şey ifade ediyordu.
2. yarıya geçmeden bir anekdot. Spor salonunda 8-9 yaşlarındaki bir çocukla abisi lig hakkında konuşuyorlardı. Küçük çocuk abi bence biz olamayacağız şampiyon bursa olacak dedi. Abisi de onlar daha iyi oynuyor ama son hafta Kadıköyde kaybetmeyiz herhalde gibilerinden bir şey dedi. 8-9 yaşında çocuğun kaybedeceğiz düşüncesi beni şaşırtmıştı. Yenilmeyi bu kadar kolay kabullenmek, hatta kaybetmeye alışmak.. Bizim Galatasaray taraftarı olarak takımımızda kabullenemediğimiz bu değil miydi? Franco Atletico favori dediğinde kızmamızın sebebi bu değil miydi? Başkan caddeye kocaman Fenerium tırını getirip erken kutlamaları başlatmışken, Fener taraftarı hala Denizli maçının travmasını atlamamıştı anlaşılan...

2. yarı Fenerbahçe daha dağınıktı. Ama daha çok pozisyon buldular ilk yarıya oranla. Tabi futbol bu, olmayınca olmuyor. Maçı Denizli maçına benzetiyor genelde insanlar. Bence yanlış. Bu maçı olsa olsa Johnson'un 40 metreden yazdığı Gs-Fb maçına benzetebilirsiniz. Pozisyonlara tek tek değinerek yazıyı daha da fazla uzatmak istemiyorum, ama Onur Kıvrak çok iyi bir kaleci olma yolunda ilerliyor diyelim. Maç sonundaki komediye değinsem mi değinmesem mi kararsız kaldım ama sanırım değinmeden olmaz. 29 sene önce yine olmuş aynısı, yanlış haberle kendini şampiyon sanıp şampiyonluk turu atmış fenerli futbolcular. Hadi o zaman normal ama günümüzde her türlü teknolojinin olduğu bu dönemde bunların yaşanması.. Komedi. Sonrasında statta ve stat dışında Kadıköy'de yaşananlara fazla değinmeyeceğim, eziklik kelimesini kullanmadan 2den fazla cümleyi art arda getirmem mümkün olmaz ilk günden antipati toplamayalım :) Gecenin şaşırtmayan son haberi de Aziz Yıldırım'ın görevi bıraktığı haberiydi, kendisine geçmiş olsun, Türk futboluna hayırlı olsun diyoruz...
Chelsea – Portsmouth FA Cup Finali
Maçı anlatmaya başlamadan önce maçın iki taraf açısından da sadece bir FA Cup finali olmadığını belirtmemiz lazım zira maç iki taraf açısından da bunun çok ötesinde. Chelsea, Ancelotti ile ilk senesinde Premier Lig’in ardından FA Cup ı da alarak tarihinde hiç yapmadığı dubleyi amaçlarken, durum Portsmouth için çok daha dramatik. Portsmouth, bu sezon tam 4 kez el değiştirdi ve 9 puanı silindi. Bu sezon Championship Ligi’ne düşmesi kesinleşen kulüp, sezon sonunda tüm oyuncularını satılığa çıkaracak ve yoluna bonservisi elinde olan oyuncularla devam edecek. Yani bu maç bu kadronun son maçı. Adeta bir peri masalındaki gibi sahibi değişen, puanları silinen ve oyuncuları parasını alamayan bir takımın FA Cup finaline çıkması yine bir peri masalı gibi sona erebilirdi. Bununla beraber Portsmouth şampiyon olursa, kupa tarihinin küme düşen ilk şampiyonu olacaktı.
Durgun başlayan maçtaki ilk büyük tehlike 10. dakikada Lampard’ın çataldan dönen şutuydu. Bu dakikadan itibaren Chelsea kontrolü ele aldı ve Anelka ve Drogba’yla önemli pozisyonlar buldu. Portsmouth hızlı çıkmaya çalışsa da 23. Dakikada ilk defa başarılı olabildi. Kevin-Prince Boateng’in volesinde Piquionne topa son anda dokunda ancak kaleci Cech inanılmaz bir refleksle topu çelmeyi başardı. Bu ataktan sonra Portsmouth takımı Boateng Piquionne ve Dindane ile topu rakip sahada tutmaya başladı. 26. Dakikda Kalou Ashley Cole’un inanılmaz pasına ayağı yerine tekmeliğiyle vurunca top üst direkte patladı ve Chelsea bu inanılmaz fırsattan yararlanamadı. 5 dakika sonra bu sefer Terry’nin vurduğu kafa direğe çarptı ve bu Chelsea’nin direkten dönen üçüncü topu oldu. Chelsea ağırlığını hissettirdikçe Portsmouth’un oyunu biraz daha sindi. Gerçekten Wembley’in berbat zemininde bile zaman zaman çok akıcı paslaşan Chelsea aradaki kalite farkını hissettirdi. Boateng’in sert hareketi nedeniyle sakatlanan Ballack’ın yerini Belletti’ye bırakması, Chelsea’nin üstünlüğünü bir nebze azaltsa da bu pozisyondan doğan frikikte, Drogba’nın müthiş vuruşu önce kaleci David James’e sonra üst direğe çarptı ve çizgi üzerinde sektikten sonra uzaklaştırılabildi. İlk yarının son dakikalarında, yine Drogba’nın James ile karşı karşıyayken vurduğu top direkten dönünce ilk yarı sonucu şu şekilde oldu : Chelsea : 0 Portsmouth Direkleri : 5
İlk yarıda şans ve direkler Pompey’in o kadar yanındaydı ki, direkten dönen beşinci toptan sonra Drogba sinirden kale direğini yumruklayacak hale geldi. Direkten dönen topların dışında ilk yarı her şey Chelsea lehineydi ancak ilk yarının son dakikalarında oyundan çıkmak zorunda kalan Ballack’ın yokluğunun ne kadar önemli olduğu ikinci yarının hemen başında anlaşıldı. Portsmouth, ikinci yarıya savunmayı daha önde kurup baskılı başlamaya çalıştı ve başarılı da oldu. Özellikle ikili mücadelelerdeki üstünlüğüyle oyunu rakip sahaya yıkan Pompey, 55. Dakikada Finan’ın pasında sağ kanattan ceza sahasına giren Dindane’ın Belletti tarafından düşürülmesiyle penaltı kazandı. İlk yarıda direkten dönen toplar ve bu penaltıyla, maç tam bir peri masalına benzemeye başlamıştı, ta ki Boateng penaltıyı çok kötü bir vuruşla Cech’in ayaklarına nişanlayana kadar.
Bu pozisyonla uyanan Chelsea, hemen iki dakika sonra Drogba’nın yine direğe çarpan, ama bu sefer kale içine giren serbest vuruşuyla öne geçti. Golden sonra yıkılan Portsmouth’lu oyuncular, tecrübeli Chelsea karşısında varlık gösteremediler öyle ki, maç üç gün daha oynansa gol atamayacak gibi görünüyorlardı. Golden sonraki tek pozisyonu Terry tarafından önlenen Portsmouth’a, Kanu’nun girmesi de bir fayda sağlayamadı. Maç bitmeden hemen önce Lampard, yoktan var ettiği penaltıyı auta atınca, maç 1-0 sona erdi. Kaçan bu penaltıyla beraber, FA Cup tarihinde iki ilk gerçekleşti, ilk defa bir finalde penaltı kaleci müdahalesi olmadan direk dışarı vuruldu ve ilk defa bir finalde iki adet penaltı kaçırıldı.
İki taraf için de çok önemli olan bu maçı, daha iyi oynayan Chelsea kazandı ve tarihinde ilk kez duble yapmayı başardı. Ancak direkten dönen toplarla, kaçan penaltılarla ve finalistlerden birinin ligden düşen, iflas etmiş bir takım olmasıyla bu final kupa tarihinin en ilginç finalleri arasında yerini aldı.