22 Ekim 2011 Cumartesi

Ragbide Final Günü Geldi Çattı!

Ülkemizde yaygınlığı oldukça az olsa da, başta ev sahibi Yeni Zelanda olmak üzere birçok ülkenin onunla yatıp kalktığı Ragbi Dünya Kupası, yarın oynanacak final maçıyla altı haftalık serüveninin sonuna geliyor.

Ragbi sporunun Yeni Zelanda'daki önemini anlamak için geçmişe dönmek gerekiyor. Ülkeye 1860'ların sonunda İngilizler tarafından getirilen spor, zamanla yerli Maori halkının boyunduruğu altında bulundukları Britlere karşı kendilerini göstermek için benimsedikleri bir spor haline geliyor. Britanya'da oynanan forvet ağırlıklı, fiziksel gücün daha ön planda olduğu oyuna karşılık hızlı ve çevik bek oyuncularını oldukça aktif bir şekilde kullanan Yeni Zelanda'lılar, sporun günümüzdeki haline evrilmesinde en önemli nedenlerden biri.

Bir dizgi hatası sonucu “All Blacks” lakabını alan ekibin başarısı, ragbinin ülkede “ulusal spor” olarak kabul edilmesini de sağlıyor. Bugün Yeni Zelanda'da her alanda ragbinin etkisini görmek mümkün, basketbol takımlarının lakabı bile ragbiden bozma, “Tall Blacks”. Geçtiğimiz yıl yaşadıkları Christchurch depreminin yaralarını sararken de en çok ragbiye tutunan ülkede, altı haftadır gerçek bir şenlik havası esmesi bir sürpriz değil. Final maçının, Pazartesi gününün de İşçi Bayramı yüzünden tatil olduğu bir “uzun haftasonu”na denk getirilmesinin nedeni de bu, takımları eğer Webb Ellis kupasına ulaşmayı başarırsa, bütün Zelandalılar bunu büyük bir coşkuyla kutlayacaklar.

Final maçının oynanacağı Auckland'daki Eden Park stadyumunda 1994'ten beri hiç maç kaybetmeyen All Blacks, grup maçlarında 37-17 gibi farklı bir skorla mağlup ettikleri Fransa karşısında maça favori olarak çıkıyor. Ancak Maviler, yedincisi düzenlenen Dünya Kupası'nda altıncı kez mücadele edecekleri Yeni Zelanda'ya oldukça büyük hayal kırıklılıkları yaşatmış durumda.

1987'de düzenlenen ilk Dünya Kupası'nın finalinde, aynı sahada, aynı rakibe karşı kupayı kaldıran Yeni Zelanda'nın, yıllar boyu dünyanın en iyi üç takımından biri olduğu halde, bırakın bir kez daha şampiyonluğa ulaşmayı, sadece bir kez daha final yüzü görebilmesinde Fransa'nın onlara olduğu köstek büyük bir yer tutuyor. 1995 yılında Güney Afrika'ya kaybettikleri ve Nelson Mandela'nın, belki de apartheid rejiminin en güçlü olduğu alanlardan biri olan ragbide, kupayı Springboks kaptanı François Pienaar'a teslim ettiği o ünlü finalden dört yıl sonra, bir kez daha şampiyonluk ararken, Twickenham'da yarı finalde Fransa engelini geçemiyordu All Blacks. 2007'de, bu sefer çeyrek finalde iki ekip bir kez daha karşı karşıya geliyor, hakemin es geçtiği bir ileri pas sonucu olsa da, Maviler Siyahlar'ı iki farkla mağlup etmeyi başarıyordu. Yeni Zelandalı oyuncular ise, eğer geçmişi yad etmek istiyorlarsa, 2003 bronz finaline ve bu sene grupta ortaya koydukları üstün performansa bakacak ve tarihin yine o şekilde tekerrür etmesini umacaklar.


Yarın saat 11:00'de, Yeni Zelanda'nın hakasıyla, muhtemelen de sonundaki boğaz kesme hareketiyle tartışmalara yol açan Kapa o Pango dansıyla başlayacak olan ve Güney Afrikalı Craig Joubert'in yöneteceği final maçında, oyunun hem forvet, hem de bek yönünde başarılı olacak takım şampiyonluğa bir adım daha yakın olacak. Ma'a Nonu, Richard Kahui, Corey Jane, ve Israel Dagg gibi isimlerin bulunduğu siyah beklerin oyun kurucusu Piri Weepu, 10 numarası ise genç Aaron Cruden olacak. Carter ve Slade'in sakatlıklarının ardından penaltı vuruşlarını kullanma görevini de üstlenen Piri Weepu'nun omuzlarında büyük bir yük olacağını söylemek yanlış olmaz. Mavi beklerde de Dimitri Yachvili, Vincent Clerce ve try yapamadıkları yarı final maçında penaltılarıyla takımına galibiyeti getiren Morgan Parra fark yaratmaya çalışacak oyuncuların başında gelecek.

Maçtaki asıl belirleyici faktörün ise scrum'daki üstünlük olmasını bekleniyor. Jerome Kaino, Richie McCaw ve Keven Mealamu'yu içinde barındıran siyah forvetlerle kenetlenecek olan scrum'ın mavi tarafında ise Thierry Dusautoir, Imanuel Harinordoquy, Nicolas Mas ve Julienne Bonnaire gibi isimler bulunuyor. 

Sonuç ne olursa olsun, bizi çok güzel bir final maçı bekliyor yarın. Fransa, üçüncü kez çıktığı Dünya Kupası finalinden galip dönüp Webb Ellis kupasına uzanabilecek mi, yoksa Yeni Zelanda 24 yıllık kupa hasretine son mu verecek? Bunu muhteşem bir ragbi sabahının ardından, yarın hep beraber göreceğiz.

23 Haziran 2011 Perşembe

Bjk Transfer Dosyası


Blog geri döndü diyoruz ama sezon bittiği için net bir durgunluk var ortada. Aslında taraftar olarak en sevdiğimiz, en heyecanlandığımız dönem yaz dönemi; tuttuğumuz takımla birlikte anılan isimler üzerinden heyecanlanıp hemen kağıt üstüne kadro yazmaya başlayıveriyoruz. Ama kesinleşmemiş isimler üzerinden muhabbet çevirmek fazla akıllıca bir iş değil. Türk futbolu için başarılarıyla ve başarısızlıklarıyla ilginç bir sezonu geride bıraktık ve deyim yerindeyse bütün takımlarımızın eksik yönleri de güçlü yönleri de kabak gibi ortaya çıktı. Bunun da etkisiyle takımlarımız transferi erken açtılar. Transferin son gününe kadar taraftarını bekletip çıldırtmayı alışkanlık haline getiren Galatasaray bile önemli hamleler yaptı ve yapıyor. Ancak bu konuda en çok sayıda ve en önemli hamleleri yapan kulüp Beşiktaş olduğu için transfer incelemelerine Beşiktaş'la başlıyoruz.


Savunmaya yapılan takviyelerle başlayalım. Geçen sene Beşiktaş'ın başını en çok yakan olaylardan biri stoperdeki istikrarsızlıktı. Sivok'un sakatlığı, Ferrari'nin vasat performansı derken stoperde bütün yükün Toraman ve Ersan'ın üzerine kaldığı zamanlar oldu ve bu 4 oyuncunun da eksikleri Beşiktaş'ın iyi oynadığı karşılaşmalarda bile başını yaktı. Sanırım bunun da etkisiyle Beşiktaş'ın transferde öncelik verdiği mevkilerden biri stoper oldu. Bu mevkiye yapılan Sidnei ve Egemen transferlerinin yanı sıra geçen sene kiralık olan Ersan'ın da bonservisi alındı. Ersan'la başlayalım. Ersan Türkiye'nin uzun vadede Serdar Kesimal'le birlikte stoper ikilisini oluşturabilecek önemli bir isim. Geçen sene çok fazla maça çıkmadı ama oynadığı maçlardaki performansı ikna ediciydi. Potansiyelini net bir biçimde ortaya koydu. Eksiklikleri tabii ki var, ama atletik bir oyuncu ve genç olmasının etkisiyle kendini geliştirebileceğini düşünüyorum. Ayrıca yine sol stopere yapılan Egemen transferi de onun üstündeki yükü hafifletecektir. Çünkü Egemen de geçen sene başarılı bir performans gösterdi ve yıllardır ligimizde özellikle mücadelesini takdir ettiğimiz önemli bir oyuncu. Ayrıca her iki futbolcunun da Türk olması Beşiktaş'ın geçen sezon çektiği yabancı kontenjan sıkıntısı açısından bir artı. Sidnei'yi ise çok iyi tanıdığımı söyleyemeyeceğim. Benfica'yı Avrupa Ligi hariç izlemedim ve izlediğim maçlarda da Sidnei oynamıyordu. Ancak oyuncu hakkında okuduklarımız potansiyelli bir adam olduğuna işaret ediyor. Kiralık olarak alındığını da düşünürsek genç bir oyuncu olsa da mantıklı bir risk, ben sene içinde Sidnei'nin formayı Toraman'dan alabileceğini düşünüyorum.

Stoper mevkisini bir kenara bırakırsak savunmanın her 2 kanadı da yine Beşiktaş'ın sıkıntı çektiği pozisyonlardı. Sene içinde sağ bekte Ekrem ve Hilbert'i, solda ise İbo ve İsmail'i gördük genellikle. Ekrem de Hilbert de sağ bek orijinli değiller, bu da zaman zaman bu mevkide sorun yaşamasına sebep oldu Beşiktaş'ın. Sol bekte ise İbo'nun gönderilmesiyle tek kalan İsmail'in tecrübesizliğiyle baskıyı kaldıramadığına ve birçok kez hata yaptığına tanık olduk. Bu bakımdan belki bu mevkilere kaliteli eklemeler yapılabilirdi. Ancak gelen Tanju hamlesi de güzel bir hamle. Tanju da çok iyi tanıdığımız bir futbolcu değil ama geçen sezon Rapid Wien'deki gurbetçilerimizin ismi Galatasaray için geçerken araştırma fırsatı bulmuştum. Hem sağ bekte hem de sol bekte oynayabilen ve iki ayağını da kullanabilen bir oyuncu Tanju. Boyu çok uzun değil ama güçlü ve yere sağlam basan bir adam, tekniği de fena değil söylenenlere göre. Sol bek oynamayı daha çok seviyormuş sanırım sağ beke göre, ama bence solda Egemen'in de oynayabileceğini düşünürsek daha çok sağ bek olarak göreceğiz Tanju'yu.

Beşiktaş'ın orta sahaya şu ana kadar kesinleşmiş 2 transferi oldu: Burak Kaplan ve Veli Kavlak. Fernandes'le de görüşmelere başlandığı açıklanmasına rağmen devamında bir açıklama gelmedi. Burak Kaplan'ın özelliklerine bu yazıda fazla değinmeyeceğim, çünkü Borges Blog'un Burak hakkında yazdığı çok güzel yazılar var:
Veli Kavlak ise geçen sene Galatasaray'la isminin anıldığı dönemde araştırma fırsatı bulduğum bir oyuncu. Zaten bu yıl Rapid Wien maçlarında da görmüştük Beşiktaş'ın orta sahada hücuma yönelik oynayan bir oyuncu. Aynı zamanda kanatlarda da oynayabiliyor. Her iki ayağını da iyi kullanan bir oyuncu ve Avusturya Milli Takımında da forma giyiyor. Ben Veli'nin iyi bir transfer olduğunu düşünüyorum, bu yıl rotasyonda forma şansı bulacaktır ve forma şansı bulduğunda da iyi işler yapar. Rapid Wien formasıyla Beşiktaş'a attığı gol tarzı bitirişler haricinde uzaktan şutlarının da etkili olduğunu biliyoruz. Ama Beşiktaş'ın hücum rotasyonunda ne kadar forma bulacağı merak konusu.

Son olarak forvet transferleri var. Uzun yıllardır Beşiktaş formasıyla izlediğimiz Bobo ve Nihat Kahveci'yle yollar ayrıldı. Yerlerine yerli olarak Mustafa Pektemek ve Mehmet Akyüz, yabancı olarak opsiyonuyla kiralık Bebe geldi. Mustafa Pektemek benim çok beğendiğim ve Galatasaray'da görmediğim bir oyuncuydu, Türk futbolcular arasında bu kadar istikrarlı performans sergileyen adam fazla değil. Sezon içerisinde sık sık yer bulacağını düşünüyorum çünkü hani derler ya, kumaşı iyi bir futbolcu, süratli, top sürebiliyor ve fizik olarak da kolay dağılmıyor. Gol vuruşlarının da hiç de fena olmadığı düşünüldüğünde Almeida geçen seneki performansında kalırsa Mustafa birçok kez forma şansı bulacaktır. Mehmet Akyüz ise bu sene Bank Asya'nın flaş takımı olan Tavşanlı Linyit'i sırtlayan isim olarak ön plana çıkmıştı. Bank Asya 1. Lig fiziksel mücadelenin ön plana çıktığı bir lig, Mehmet de uzun boyu ve hızını kullanarak attığı gollerle dikkat çekmişti. 25 yaşında ilk kez Süper Lig'e adım atan bir oyuncudan ahım şahım bir performans beklemek abes olur, ama Almeida, Mustafa ve Bebe'nin arkasında 4. oyuncu olacağını düşünürsek anlamsız bir transfer değil. En sona kalan adamımız Bebe. Bebe'yi tam bir kapalı kutu olarak değerlendirebiliriz. Geçen sene Jorge Mendes'in menajerliğine geçmesiyle adı sanı duyulmamışken bir anda Manchester United'a transfer olmuştu. Doğuştan gelen yetenekleri olduğu doğru, 1.90 boyu var, hızlı ve güçlü bir oyuncu. Ancak bunların üzerine atılmış bir altyapı temeli yok. Kondisyon sorunları var. Geçen sezon Manchester'da Paf takımına bile girmekte zorlandığı dönemler olmuştu. Transferin içinde Mendes isminin olması, bu adamın futbol camiasında yapmaya çalıştığı işler ve Beşiktaş'la olan ilişkisi düşünüldüğünde bu transferi farklı bir boyuta taşıyor gibi. Bana göre Bebe Beşiktaş'ın en soru işareti transferi, çünkü Forlan vb. isimler konuşulurken bir anda kendini ispat etmemiş ama potansiyelli bir adam getirdiler buraya. Belki Bebe için baskı Manchester'dakinden az olacaktır ve performansı artacaktır ama şunun da bilinmesi lazım ki birkaç maç kötü oynarsa bu adamın geçen sezon yaptığı transferdeki şaibeler ve Jorge Mendes-Demirören ilişkisi basında konuşulmaya başlanılabilir. Bu açıdan ben Beşiktaş yöneticisi olsam daha kariyerli ve tecrübeli bir oyuncu tercih ederdim sanıyorum. Ayrıca oyuncu kanatlarda da değerlendirilebilir, ama fiziği buna müsait olsa da ortalarının gerçekten başarısız olduğunu söylemek lazım. Ancak bu tekniğinden ziyade altyapı sorunuyla alakalı sanırım çünkü gol vuruşları fena değil.

Beşiktaş'ın genel transfer politikasında önemli bir değişme olduğunu kabul etmek gerek. Tabata'ya 8 milyon euro veren Demirören, genç ve potansiyelli oyuncularla takımın iskeletini bozmadan eksiklerini tamamlama yoluna gitti bu yıl. Riskler taşıyor belki bu hamleler ama ekonomik bedeli fazla yüksek olmadığından kabul edilebilir riskler bunlar. Ancak Beşiktaş'ın hala büyük maddi sıkıntılarla karşı karşıya olduğunu, basketbol ve voleybol şubelerinin halini ve yine hisse satışı yapacaklarını düşünürsek zaten çok da seçenekleri yoktu. Bu transferlerin saha içerisindeki yansımasını görmek içinse beklemek gerek..

20 Haziran 2011 Pazartesi

Tomas Ujfalusi Galatasaray'da


Tomas Ujfalusi Galatasaray'da. Reyes ve forvet transferi de kesinleştikten sonra oyuncuyla ilgili yorumumuzu genel bir yazıda dile getiririz, zaten 3-4 yıldır İspanya'da oynadığı için herkesin az çok tanıdığı bir futbolcu. Şimdilik aklınızda bir imaj oluşması için bu 2 fotoğraf yeterli sanıyorum..

4 Haziran 2011 Cumartesi

Yeni Belçika - Yeni Türkiye

Kadrosunu gençleştirmeye çalışan 2 takımın mücadelesine daha fazla konsantre olan tarafın Belçika olduğu maç öncesi ve maçın ilk 10 dakikası gözümüze çarpan ilk şeydi. Bu durumun ortaya çıkmasında en önemli neden bana göre medyaydı. Hem geçen haftadan beri yaratılan beraberlik iyi sonuç düşünceleri hem de milli takım kampındaki futbolcular hakkında ortaya atılan transfer söylentileri millilerimizin bu maça konsantre olmalarını engelledi.




Milli Takımımız'ın ilk 11inde bana göre varlığı tartışılacak iki adam vardı:
1- Selçuk Şahin
2- Çağlar Birinci
Dünkü performanslara göre aslında Çağlar'ı birinci sırada yazmam lazımdı ancak Valencia'da ilk 11 oynayan bir Mehmet Topal varken Fenerbahçe'de yedek bekleyen Selçuk'un ilk 11de başlaması üzerinde durulması gereken bir durum. (Selçuk Şahin vasatın üstünde bir oyun sergiledi orası ayrı)

Maça gelecek olursak yaşanılan konsantrasyon sorunundan dolayı maça kötü başladık ve gol yiyene kadar kendimize gelemeyeceğimiz 3 dakikada belli olmuştu ki gol de hemen geldi ve 10. dakikadan sonra oyunu kontrolümüze aldık. Savunmada yaptığımız hazırlık paslarıyla topu ayağımızda tuttuk zaten rakip yarı alanda art arda yaptığımız ilk pasların sonucunda gol geldi. İlk yarının sonuna kadar da oyunu kontrol ettik. Bu süreçte Milli Takımımızdaki en büyük problem pas akışını 3. bölgeye taşıyamamaktı.



İkinci yarı başladıktan sonra ise çok daha önemli bir sorun baş gösterdi: Fiziksel Çöküş. Özellikle Selçuk İnan ve Arda Turan başta olmak üzere bütün takımda bir fiziksel düşüş başladı ve bunu mental çöküş izledi art arda 3 pas yapamayan bir takım görüntüsüne büründük. Belçika üzerimize akın akın geldi, gol geliyorum dedi ama Hiddink hiçbir müdahalede bulunmadı taa ki kaçan penaltıya kadar. Kalede Volkan varken nedense penaltının gol olacağına hiç inanmıyorum, değişik bir güven veriyor kaledeyken ki bu penaltıda da doğru köşeye atladı. Kaçan penaltıdan
sonra yapılan 2 değişiklik özellikle Mehmet Ekici'nin oyuna girip sorumluluk alması bize biraz nefes aldırdı. 3. değişiklik olarak Semih'in oyuna alınması bence yanlış bir değişiklikti. Oyunu kendi yarı sahamızda kabullendiğimiz bir oyun tarzında Semih başarılı olamaz bu yüzden Cenk Tosun tercihi daha doğru olabilirdi.




Sonuç olarak Yeni Belçika 3-4 yıl içinde siyasi nedenlerle dağılmazsa Avrupa'nın çok güçlü takımlarından biri olacak. Romelu Lukaku, Eden Hazard, Fellaini, Axel Witsel ve Mertens bunların hepsi genç ve çok yetenekli oyuncular. Aynı potansiyel bizim takımımızda da var ama nedense Belçika'nın gelişimi daha sağlam bir gelişim gibi geliyor. Kötü futbola rağmen alınan 1 puan bize ikincilik için büyük bir avantaj sağlasa da en iyi ikincilik hayallerini suya düşürdü.

31 Mayıs 2011 Salı

Chateau Forte Dönüyor!!!

Dönüyoruz yakında...

Geçen sene bu dönemlerde başladığımız blog yolculuğumuz (ne kadar yolculuk denebilirse) Sultani'nin yoğun programı dolayısıyla (bahane ararsak çok tabi...) kesilmişti. Uzun bir aradan sonra daha güçlü ve daha kararlı bir şekilde dönüyoruz...

Cumartesi'yi bekleyin!