28 Ağustos 2010 Cumartesi

Galatasaray-Karpaty Üzerinden Çöküş..

Yazının başlığında Galatasaray-Karpaty olsa da bu asla bir maç yazısı değil, olamazdı da öncelikle onu söyleyeyim. Maçın üzerinden 2 gün geçse de o gün sahada futbol adına hiçbir şey ortaya koyulmadı ve eğer bir maç yazısı yazsaydık bu kadar satır sürmezdi. Burada 5 senede Galatasaray'ın ufak ufak nasıl kimliğini kaybettiğini anlatacağız, dün gece bu çöküşün zirvesiydi sadece. Öncelikle Hagi'nin gönderilişinden başlayalım. Hagi gelir gelmez takımı toparlamış, radikal kararlar alarak devraldığı rezalet takımla Türkiye Kupası finalinde fenere 5 atmış, üstüne ligin kader haftalarında Trabzon'u da yenerek şampiyonu belirlemişti. Ama Hagi'nin icraatlarından rahatsız olanlar vardı. Hakan Şükür başta olmak üzere bazı futbolcular birlikte oynadıkları oyuncunun şimdi teknik direktörleri olmalarından rahatsızdı. Ki bu isim birlikte oynadıkları dönemde bile, özellikle başarılar gelip egolar şiştikçe kıskandıkları biriydi bunu belirtmek lazım.


Bunun üzerine bu şikayetler yönetime kadar geldi. Yönetim o dönem Hagi'yi takımın başına taraftara iyi gözükmek için getirmişti zaten, takımın başında uzun süreli olarak düşünülmüyordu. Hagi'den daha ılımlı olması istendi ama Hagi takımdaki sorunları köküne kadar biliyordu ve taviz verirse takımın kontrolünü kaybedeceğinin farkındaydı. Bunun üzerine yönetim Hagi'nin kalemini kırdı ve onu göndermeye karar verdiler. Galatasaray tribünlerini, benim gözümün gördüğü en büyük Galatasaray efsanesi aleyhinde bağırttılar. Hırsızsınız olayını abartarak medya yoluyla taraftarı Hagi'ye düşman ettiler. Ve onun kellesini aldılar. Yerine gelen isim Erik Gerets'ti. Hücum futbolunu benimseyen Gerets geldiğinde saçları siyahtı. Gittiğinde ise çökmüş ve 4-5 yaş almış gibiydi adeta. Yönetimin ve futbolcuların isteklerine fazlasıyla boyun eğdi, oyuncularını motive edebilmek adına buna da ihtiyacı vardı aslında. Nitekim Galatasaray o dönem "sarıyla kırmızıyla alnımızın akıyla" sloganıyla rekor puan alarak şampiyon oldu. Her ne kadar gelen sportif başarılarla takımın sorunları fazla ön plana çıkmasa da o dönem de mevcuttular aslında. İpler bazı futbolcuların elindeydi, gelen yabancılar ya onlara biat ediyor ya da takımda kalıcı olamıyorlardı. Türk oyuncularının eline bakan Galatasaray bir sonraki sezon aynı performansı yakalayamayınca hoca da kovuldu tabii ki. Bu dönem Adnan Polat'ın da Canaydın yönetiminin ardından Galatasaray'ın başkanı olduğu döneme denk geliyordu. Başkan Polat bu sorunların farkındaydı ve Galatasaray'ın eski başarılarına kavuşabilmesi için Türk oyuncuların bu hegemonyasından kurtarılması gerektiğini düşünüyordu. Bu konuda da güvendiği isim Karl Heinz Feldkamp'tı. Feldkamp gelir gelmez Alman disiplinini uyguladı takıma. Ağır idmanlar yaptı ve her hareketiyle takımın kontrolünün kendi elinde olduğunu göstermeye çalıştı. Bunun için gerekli gördüğünde Hakan Şükür'ü kadro dışında bıraktı, takımı yeniçeri ağalarının eline bırakmamaya kararlıydı. Ama bu aşırı disipliniyle Lincoln gibi bir yıldızı da kaybetti. Ve belki de en büyük hatası bu oldu, eğer ona sahip çıksaydı tek başına takımı taşıyabilirdi ve 2. yarı Hakan Şükür önderliğinde başlayan genel mutsuzluk haline karşı bir dayanağı olurdu Kalli'nin. Oyuncular oynamayınca Kalli istifa etmek zorunda kaldı ve sezonun geri kalan haftalarında yönetim kağıt üstünde Cevat Güler'de, gerçekte ise yeniçeri ocağının elindeydi.


Başkan Polat bu sorunu çözmek için öncelikle Hakan Şükür'e jübile teklif etti. Yeniçeri ağasını takımdan tasfiye ederek ocağı yok edebileceğini sanıyordu. Hakan bunu kendisine hakaret olarak aldı, daha 40 yaşına bile gelmemişti, ne jübilesiydi (!). Ve istemeye istemeye takımdan ayrıldı. Yönetim takımın başına yetenekli bir taktisyen olan ama otoriter bir isim olmayan Skibbe'yi getirdi. Bunda amaç ipleri elinde tutabilmekti. Bir yandan da Lincoln kazanılarak, yanında Kewell, Baros, Meira gibi isimlerle takımın yerlilere bağımlılığından kurtulması hedefleniyordu. Ancak yönetim Skibbe'nin bu iş için yanlış olduğunu çabuk anladı. Çünkü Skibbe her ne kadar yetenekli bir teknik direktör olsa da oyuncularıyla iletişimi arkadaş gibiydi. Bu da takımda otoritenin içeriden veya dışardan takım üzerindeki etkinliğini koruyan Uefa Kupası kadrosu ve Fatih Terim üzerinden yerli oyuncuların elinde olmasını tetikledi. Ama Skibbe'nin oynattığı hücum futbolu felsefesinde bu yerlilere yer yoktu zaten. İleride KLAB dörtlüsüyle Galatasaray 2. yarıya girilirken hem ligde hem de Uefa'da tam gaz ilerliyor ve Kadıköy'de 2. Uefa Kupası parolasıyla yürüyeduruyordu. Ancak sakatlıklar ve cezalılar, devre arasında rotasyona oyuncu takviyesi de gelmeyince Skibbe mecburen taktiğine uymayan yerlilerin eline bakıyor, üstüne Meira'nın da satılmasıyla defansta alternatifsiz kalıyordu. Alınan Kocaeli mağlubiyeti onun Galatasaray kariyerinin sonu oldu ve yönetim, zamanında Hagi'yle yaptığı gibi Bülent'i getirerek taraftarı yanına almayı hedefledi. Bülent Korkmaz ne yazık ki, Uefa kupasını kazanan kadronun en hazımsız üyelerindendi. Gençlerbirliği'nde antrenörken geçirdiği kolun aslında yönetime değil, onu Bülent Korkmaz yapan Galatasaray taraftarına koyduğunu bile düşünmedi. Geldiğinde de sezonun bitmesine o kadar az süre kalmışken devrim yapmaya çalıştı. Bütün sezon yoğun teknik-taktik antrenman yapıp fizik antrenmanı akıl futbolu felsefesi doğrultusunda normalden aza indiren Galatasaray'a Fatih Terim'in koşun evlatlarım futbolunu oynatmaya çalıştı. Ki her şeye rağmen o dönem Skibbe döneminde yatan bazı oyuncuların gösterdiği insanüstü mücadele de dikkat çekiciydi. Ama bu çağdışı felsefeyle Galatasaray Bordeaux'yu Sabri'nin son dakika golüyle geçse de, bir sonraki turda attığı golü savunamayıp Hamburg'a elendi. Ligde de başarı gelmeyince Bülent Korkmaz'ın Galatasaray kariyerinin bu kısa dönemle son bulacağı belli oluyordu. Ama Bülent gitmeden 2 icraatıyla yerli çetesini güçlendirmeyi de başarıyordu, öncelikle sezon boyu mükemmel oynayan Lincoln'ü taraftarın önüne atıyor, sonra da giderayak yeniçeri ocağına Mustafa Sarp takviyesini yapıyordu.


Ve geçen sezona gelelim. Adnan Polat'ın aklında hala bir devrim isteği vardı aslında. Kurnaz bir adam Adnan Polat, bir önceki sezondan ders alarak Rijkaard gibi ismi kolay kolay yıpratılamayacak bir ismi takımın başına getiriyor ve yerli Barcelona felsefesiyle yola çıkıyordu. Franco, Keita, Elano transferleriyle de takım yıldızlar topluluğu haline geliyor ve şampiyonluğun Fenerbahçe ile birlikte en büyük favorisi olarak gösteriliyordu. Ancak şanssızlıklar ve kritik yönetim hataları geçen seneyi de çöpe attı ve bugünkü hale getirdi. Birinci yönetim hatası Arda'nın kaptanlığına getirilmesiydi. Arda'dan olgunlaşmasını, kendisini futbolcu eskilerinin elinden kurtarıp takımın lideri olarak konumlandırmasını umdu Adnan Polat. Onu kendi kanatları altına alarak korumaya çalıştı. Ama o böyle yaptıkça Arda şımarık bir çocuk gibi kendini büyük görmeye ve takımı baltalamaya başladı. Birleştirici karakterden hep uzaktı, takımda kaptanlık görevini gerektiği gibi yerine getiremedi. 2. yönetim hatası Skibbe döneminden ders almayarak rotasyonu boş bırakmaktı. Orta saha ortasına ve savunmaya Linderoth ve Gökhan Zan'a güvenilerek takviye yapılmaması özellikle ligin ikinci yarısında Galatasaray'ın rakibine üstünlük kuramayan görüntüsünde çok etkili oldu. Şanssızlıklara değinirsek, Baros'un sakatlığı, Linderoth'un iyileşememesi, Jo'nun yönetilememesi gibi sebepler Galatasaray'ı şampiyonluktan ve Şampiyonlar Ligi'nden etti.


Nisan ayından beri Galatasaray'ın eksikleri belli. Rijkaard yönetime rapor vererek 1 kaleci, 1 savunma oyuncusu, 2 de ortasaha oyuncusu istediğini söylüyor. Geçen sezon kritik anlarda takımı yakan ve yeterli performans veremeyen Keita, Elano gibi oyuncuların satışına da bu transferlerin yapılması şartıyla izin veriyor. Ancak şu anki tabloya bakıldığında bu eksiklerden hiçbirinin tam anlamıyla kapatılmadığını görüyoruz. Geçen sezonun yedekleri bu sezonun as oyuncuları oluyorlar. Galatasaray hem saha içinde hem saha dışında aciz bir takım görüntüsü çiziyor, Sivasspor yöneticisi dallamanın biri çıkıp, Bursaspor bu hafta karşısında Galatasaray gibi zayıf bir ekip bulmayacak, diyebiliyor ve cevap verilemiyor. Extensor'un da dediği gibi Sezer Öztürk haftasonu Galatasaray karşısında açık favoriyiz dediğinde Arda çıkıp cevap veremiyor, şu an kötü durumda olabiliriz ama biz büyük camiayız toparlanırız, bugün bu sözleri söyleyenler 2. yarı Sami Yen'de 4-5 yiyince adam olurlar diyemiyor. Sahada Galatasaray'ın yabancıları rakipten oyuncuyla rakibe saldıran, arkadaşını sonuna kadar koruyan delikanlı oyuncular yok bu takımda. Galatasaray'ın hakkı, Galatasaray'ın ismi korunamıyor. Basında 3 kuruşluk adamlar Galatasaray teknik direktörüne, Galatasaray oyuncusuna sallıyor kimse bir şey diyemiyor. Hocasına açık açık gider yapan Servet takımın 11 oyuncusu yapılmak zorunda bırakılıyor. Gözbebeğimiz Arda Fatih Terim'in takımın başına gelmesi için canını dişine takıyor, sahada ise yokları oynuyor. Karpaty yenilgisinden sonra kaptanı olduğu takımın otobüsüne binmeyip taksiyle evine gidiyor. Bütün bu kirli oyunlardan zarar gören ise sadece Galatasaray oluyor. Biz hala sahadaki futbolu, yapılmayan transferi değerlendirmek isteyenler, çok safız sanırım. Çünkü Galatasaray bu saatten sonra ne yaparsa yapsın, kimi getirirse getirsin, saha içinde ve dışındaki bu kirli oyunlar mide bulandırıyor. 105 yıllık kulüp, iç çatışmalar yüzünden piç ediliyor.

24 Ağustos 2010 Salı

Galatasaray

Tarihin en kötü başlangıçlarından birini yapan Galatasaray'da bugün bi suçlu bulmak istiyorsak buna önce kendimizden başlamalıyız. Galatasaray taraftarı Alpaslan Dikmen'in kaybından beri geri gidiyo ve artık çöküş noktasında ne yaptığını bilmeyen anlık düşüncelerle hareket eden futbolcusunu desteklemeyen Adnan Polat'a laf söylemekten aciz (dağıtılan bedava biletlerinde katkısı olsa gerek) bir taraftar topluluğu var. İkinci olarak Adnan Polat ve yönetimin suçu var. Galatasaray taraftarı Adnan Polat'a olan sevgisinden(!) bu transfer fiyaskosunu tamamen Adnan Sezgin'in üzerine yıktı. Peki Haldun Üstünel'i kıskanıp gönderen başkanın hiç mi suçu yok. İnsanlar bugüne kadar hep liselilere karşı cıktı peki alaylı olan Adnan Polat Galatasaray'ı fenerbahçeleştirmekten başka ne yaptı(bkz. Hakan Bilal Kutlualp, Saadettin Saran). Özhan Canaydın'a küfredenler şimdi mutlular mı Galatasaray git gide ruhunu kaybederken çok istedikleri Adnan Polat bunu önlemek için ne yapıyor? Evet Galatasaray taraftarı en büyük suçludur yönetimin oyunlarına kandığı için bedava biletleri karaborsada satıp cebini doldurduğu için.

Bana göre Galatasaray'daki en masum kişi futbolcular ve Rijkaard'dır. Futbolcular özellikle Bursaspor maçında kapasitelerini sonuna dek kullanmışlardır ama takımın kapasitesi bu kadarsa bu ne Rijkaard'ın ne de futbolcuların suçudur bu sadece yönetimin ve onun transfer politikasının suçudur. Şimdi Emana gelecek diyorlar kim gelmesin kötü oyuncu diyebilir ki Barış Özbek mi daha iyi Ayhan Akman mı? Galatasaray'ın alacağı orta saha oyuncu çift yönlü olmaktan çok yönsüz oyuncuları keseceği için kim gelirse gelsin takımın kapasitesi artacaktır ama bu takıma bir kaleci bir kanat oyuncusu vede servetin yerine bir stoper lazım.


Bu da 24 yıl öncesinden 14 yıl şampiyon olamamış Galatasaray Taraftarı...

http://www.sporxtv.com/futbol/superlig/galatasaray/tribunlerde-cosacaksin-kupalari-alacaksin-1987SXTVQ17140SXQ

19 Ağustos 2010 Perşembe

Paok 1 - 0 Fenerbahçe


Aslında bu yazıyı yazmayacaktım ama son anda fikrimi değiştirdim. Paok, tahmin ettiğimiz gibi çok diri ve koşan bir takım. Antalyaspor maçından sonraki yazımda da Fenerbahçe'nin bu iyi görüntüsünün Paok gibi ısıran ve hazır bir takım karşısında sekteye uğrayabileceğinden bahsetmiştim nitekim öyle de oldu. Rakip savunma yapmayı gerçekten iyi biliyor. 10 kişi bile kaldıklarında savunmanın kilidini açamamamız da bunun göstergesi. İyi savunmalarının yanında hızlı bir şekilde kontra atağa da çıkabiliyorlar ve bu bizi 2. maçta çok zorlayacak.

İlk yarıda üstün olan taraf Paok'tu. Attıkları gol dışında Gökhan çizgiden çıkardığı bir pozsiyonları daha vardı. Goldeki hatasını da hesaba katarsak Gökhan'ın iyi bir gün geçirmediğini söyleyebiliriz. Cristian da her zamanki gibi yanlış tercihleriyle takıma büyük zarar verdi. Aslında takımın sorunu tek tek bireysel performanslar yerine, rakibin bize ters gelmesiydi bence. Caner, hücumda çok etkisiz kaldı ve zaman zaman tempoyu düşürerek takımı yavaşlattı. Takımın hücuma çıkmakta genel olarak zorlanmasında Emre'nin eksikliğinin de payı olduğunu söylemek gerek. Takım rahat hücuma çıkamayınca da Alex, Semih gibi ileri uç oyuncuları da topla tehlikeli bölgede buluşamadılar ve etkili olamadılar.


İkinci yarı başlarken, Aykut takımla henüz hiç maça çıkmamış Niang'ı oyuna aldı. 45 dakikada, gol atmayı başaramasa da topla Semih'ten daha falza buluştuğunu ve topu daha olumlu kullandığını söyleyebiliriz ancak bunda rakibin 10 kişi kalıp geriye yaslanmasının da payı vardır muhakkak. Deplasmanda alınan 1-0'lık mağlubiyet elbette turu kaybettiğimiz anlamına gelmiyor fakat rakibin çok iyi savunma yaptığını ve iyi kontraya çıktığını düşünürsek Kadıköy'de işimizin çok zor olduğunu düşünüyorum. Hele son dakikalarda Papazoglou altıpastan o golü atmayı başarsaydı, turun gittiğini bile söyleyebilirdim. İkinci maçta Emre ve Stoch'un dönüşüyle Caner - Selçuk ikilisinden kurtulabilirsek, sahada daha iyi bir Fenerbahçe görebiliriz.

17 Ağustos 2010 Salı

Beşiktaş 2 - 0 Helsinki


Maç değerlendirmelerine başlamadan önce Schuster'in sahaya çıkarttığı 11'i çok beğendiğimi söyleyebilirim. Avrupa maçlarında yabancı sınırlaması olmadğından Hilbert ve Tabata gibi ligde zaman zaman yabancı sınırlaması yüzünden yedek kalacak oyunculara şans vermesini çok mantıklı buldum. Bunun yanında dörtlü savunma önünde oynattığı Ernst - Guti ikilisi, rakibini iyi incelediğini gösteriyor. Hele total futbol oynatmayı düşünen Rijkaard'ın Mustafa - Ayhan - Cana üçlüsüyle oynadığını düşünürsek. Rakibin 90 dakika boyunca kendi sahasından çıkmayacağını öngören Schuster, normalden çok daha hücumcu bir kadroyla çıktı. Bu kadro, zaten top yapmak konusunda problemleri olan rakibi önde baskıyla boğunca da, özellikle ilk 15-20 dakikada tam bir Beşiktaş fırtınası izledik. Türkiye'de pek görmediğimiz şekilde, hucümda top kaptırıldığı anda tüm oyuncular bir anda prese başlıyor. Tabi bu daha iyi top yapan takımlara karşı savunmada açık verilmesine sebep olabilir fakat Schuster'in bu konuya çok dikkat ettiğini ve maçtan maça bu baskının değişeceğini düşünüyorum. Ancak özellikle iç sahada Anadolu takımlarına karşı oynadığı maçlarda bu baskı Beşiktaş'ın en önemli silahlarından biri olacaktır.


Beşiktaş, maça çok arzulu başladı ve maçın büyük bölümünde bu arzuyu sürdürdü. Hilbert, attığı golün yanında sahanın en çalışkan adamı olarak göze çarptı. Hücumdaki koşularının yanında işin savunma yönünde de aynı azimle oynadı ve gönderilmesi gündemde olan bir oyuncu olarak takımda kalmayı hak ettiğini kanıtladı. Bu performansıyla olası sakatlıkların ve özellikle Avrupa maçlarından önce yapılacak rotasyonların etkisiyle bu sezon en az 25 maç oynayacağını düşünüyorum.
Quaresma da hem attığı golle hem de maç boyu sol tarafı koridora çevirmesiyle gayet iyi bir performans gösterdi. Arkasında oynayacak İsmaillerle (Üzülmez - Köybaşı) uyumu sezon içerisinde arttıkça Beşiktaş'ın sol kanat etkinliği artacaktır. Guti, lig maçına kıyasla daha geride oynadı bu maçta. Zaten rakip atak yapmayı düşünmediği için Beşiktaş savunma zaafı da yaşamadı. Bu sezon Guti'li ve Quaresma'lı Beşiktaş'ı izlemek büyük zevk olacak.
Son olarak, bu maçın 2-0 bitmesine rağmen, ikinci maçta rakibin biraz daha ofansif bir mentaliteyle sahaya çıkacağını ve Beşiktaş'ın daha rahat ve daha farklı bir skorla ikinci maçı kazanacağını düşünüyorum.


16 Ağustos 2010 Pazartesi

Sivasspor 2-1 Galatasaray


Galatasaray adına sahaya çıkan kadro pek çok şeyin özetiydi aslında. Gelmeyen transferler sonucu hayal kırıklıklarıyla geçen sezonun tanıdık yüzleri yine sahadaydı yeni sezonun açılış maçında. Hatta sakatlıklardan dolayı geçen sezonun yedekleri ilk 11deydi. Her şeye rağmen Galatasaray istekli başladı maça. Geçen seneki gibi yine sezonu hızlı açan Arda ve Sarp'ın akıllı organizasyonuyla da erken bir gol buldu. Ancak golden sonraki dakikalarda ortaya koyulan futbol temposuz ve pasif bir futboldu. Galatasaray her şeye rağmen iyi pas yaptığı anlarda birkaç pozisyon bulsa da oyun hakimiyetini kurmakta güçlük çekti.

Peki Galatasaray neden oyun hakimiyetini eline alamadı? Geçen sezonun Galatasaray'ın kanayan yarası olan orta sahaya bakalım. Orta sahada üçlü Ayhan-Sarp-Cana şeklinde kurgulanmıştı. Ayhan defanstan top alıp geriden oyun kurucu görevinde oynuyordu yani bir bakıma. Maç sonu istatistiğine göre Ayhan 76 kez topla buluşmuş ve yüzde 88 isabet oranıyla 59 isabetli pas vermiş. Evet Ayhan fena bir performans sergilemedi ama istatistiğin yanıltıcı olmaması için şunu da ekleyelim, attığı pasların yarısından çoğu defans oyuncularına, yani geriye. Böyle bir ortamda da topu ileriye taşıyamayan Galatasaray'ın oyuna hakim olmakta güçlük çekmesi şaşırtıcı olmasa gerek. Orta sahadaki diğer ikili Cana ve Sarp, ön libero orjinli olmalarına rağmen hücuma destek olmaya çalıştılar. Sarp fena oynamasa da gölge presi yapıyor, rakibini rahatsız etmiyor gerçek anlamda. Cana ise agresif oyununu ortaya koydu ama biraz fazla faul yaptı, sonuçta topa sert olmak iyidir ama faul yaptığınızda sarf ettiğiniz efor boşa gidiyor. Hazır olması için zaman gerektiği ortada. Bu 3lünün yetersiz performansı Galatasaray'ın topu ileriye taşıyıp etkili olmasını engelledi, dünkü FB maçını izleyenler Topuz ve Emre'nin kazandıkları topları nasıl hızlı kullandıklarını görmüşlerdir.


Bunun dışında yetersiz bek performansları da Galatasaray'ın hücum organizasyonlarını etkisiz kıldı. Ali Turan bana göre maçın en kötüsüydü, genel kanının aksine sağ bekte stoperden daha verimli olabileceğini düşünüyorum ben ama bu hazır olmayan haliyle 2sinde de oynayamaz. Galatasaray'da kalmak istiyorsa çok acil toparlanmak zorunda. Tüm bu detaylara rağmen Galatasaray rakibine net bir pozisyon vermeden ilk yarıyı bitiriyordu ki, Neill'la Mehmet Yıldız'ın ikili mücadelesinde bana göre haksız bir faul düdüğü geldi. Ancak kenardan o kadar aşırı tepki gelmesi anlamsızdı bence, Galatasaray zamanında bundan çok daha net hatalı kararlarla cezalandırılmış ve puanlar kaybetmiştir. Duran topta gelen golde Ali Turan ve Aykut'un büyük hataları vardı, Aykut'un çizgi kaleciliğine daha kaç kere söveceğiz bilemiyorum.

2. yarıyla birlikte yine hızlı başlayan bir Galatasaray vardı, ama ataklar ne yazık ki istenilen şekilde sonuçlanmadı. Derken yine saçma sapan bir gol gördük kalemizde. Ceyhun kademe altında ve Cana'yla girdiği mücadele sonucu dengesiz top sürerken, akıl dolu oyuncumuz Servet kendi adamını boş bırakarak Ceyhun'a doğru koştu. Ceyhun da Servet'in boşalttığı oyuncuya pası attı ve gol geldi. Geçen sene "sahada mücadelemiz eksikti" diyen Servet'e Rijkaard'ın kendisine verdiği cevabı hatırlatmak istiyorum, "sahada eksik olan akıldı". Keşke 2 sene önce Marsilya'ya gitseydi de bu haliye takımın kuyusunu kazmasaydı. Golden sonra Rijkaard Batdal ve Baros kozlarını oynadı. Batdal teknik ve fizik güç olarak iyi bir oyuncu ama ağır. Baros ise sakatlıktan yeni çıkmış, kurtarıcı olmasını beklemek saçma olur. 3. oyun değişikliğinde Arda'yı kenara alarak hata yaptığını düşünüyorum Rijkaard'ın, yorgun Ayhan ya da Kewell oyundan çıkabilirlerdi Arda'nın yerine. Arda'nın çıkmasından sonra doğru düzgün bir tane bile hücum organizasyonu gerçekleştiremedik diyebilirim.

Sonuç olarak Galatasaray'ın hazır olmadığını ve ligin düşme adaylarından Sivas karşısında bile favori olmadığını söylemiştik. Sivas'ta Mehmet Yıldız'ın dönüşü ve Ceyhun'un performansı beklentilerin üzerine çıkmalarını sağladı. Çok da şaşırtıcı bir sonuç olmadı benim adıma, ama şaşırmasak da üzülüyoruz tabi. Transferi hala bitiremeyip Rijkaard'ı da taraftarı da çıldırtan yönetimi de tekrar tekrar kutluyorum..

15 Ağustos 2010 Pazar

Fenerbahçe - Antalyaspor


Öncelikle sahadaki takımı beklediğimden çok daha hazır bulduğumu söyleyebilirim. Tabi bunda rakip Antalyaspor'un hiç hazır olmaması ve çok büyük savunma zaaflarına sahip olmasının önemi büyük. Takımın iyi gözükmesindeki bir diğer faktör de, Antalyaspor'un Fenerbahçe'ye ters gelen önde basan ekiplerden olmamasıydı. Özellikle ilk yarıda, Fenerbahçe topu o kadar rahat çıkarttı ki, sadece ilk yarıda 10'dan fazla gol pozisyonuna girdi takım.

Lugano'nun dönüşü, savunma güvenliği açısından çok önemliydi. Fenerbahçe savunması minimum hatayla oynadı ve bunda Bilica Lugano ikilisinin uyumu en önemli etkendi. Solda Santos'un Young Boys maçlarına göre çok daha hazır görünmesi ve Gökhan Gönül'ün inanılmaz performanslarından bahsetmek gerekli. Özellikle Gökhan, 90 dakika oynadığı ilk maçta çok iyi oynadı. Kanadı ileri geri kullanışı ve Mehmetle uyumu takdire şayandı.


Mehmet de sakatlıktan sonra oynadığı ilk maçta ne kadar hazır olduğunu kanıtladı. Hücumdaki etkinliğinin yanı sıra savunmadaki azmiyle sezon boyunca takıma büyük katkı sağlayacağını gösterdi. Mehmet bu formunu sürdürürse, Dia'nın kadroya girmesi zorlaşacak. Orta saha, top yapmak konusunda hiç sorun yaşamadı. Dikkatimi çeken bir diğer konu da, Stoch - Santos ikilisinin hücumdaki uyumuydu. Ters ayaklı bir oyuncu olarak içe katetmeyi seven Stoch'un boşalttığı alanlara yaptığı koşularla etkili oldu Santos ve sezon boyunca da etkili olmaya devam edecektir.

Alex de, Young Boys maçlarından çok daha hazır bir görüntü verdi ve Semihle ne kadar iyi anlaştığını bizlere tekrar gösterdi. Sadece gol pozisyonlarında değil, atakların başlangıçlarında da attığı paslarla oyunun akıcılığına katkıda bulundu. Gelelim maçın yıldızı Semih'e, Semih Türkiye Standartlarının üstünde bir santrafor olduğunu tekrar gösterdi. Bu maçtaki performansından, Niang'la forma savaşı vereceği kanısına varabiliriz. Alex'ten mahrum kaldığımız durumlarda yanyana da oynayabileceklerini düşünüyorum. Perşembe günkü Paok maçından sonra
- oynarsa - Semih'ten daha detaylı bahsedeceğiz.




Sezona 4-0 başlamak gerçekten mutluluk verici, ancak bunun hazır olmayan bir Antalyaspor karşısında olduğunu da unutmamamız gerekiyor. Takım asıl sınavı Paok karşısında verecek. Deplasmanda alınacak bir galibiyetin ve ya gollü beraberliğin başarı olacağını düşünüyorum.

Sezon Öncesi Trabzonspor


Sezon öncesi inceleyeceğimiz son büyük takımımız Trabzonspor. Trabzon her ne kadar son yıllarda gösterdiği performansla eski günlerini mumla aratsa da geçen sezon Şenol Hoca'nın gelişiyle birlikte toparlandı ve geçen sene sonuna damgasını vuran takım oldu bir takıma. Bu sene Şenol Hoca takımla birlikte verimli bir kamp dönemi geçirmesinin de etkisiyle daha başarılı işler yapabilir diye düşünüyorum. Zaten diğer blogger arkadaşlarımın müthiş çalışkanlığı sayesinde son güne kalan bu yazıda girişi fazla uzatmadan hemen kadroyu yazıp kadro üzerinden yorum yapalım.



Ben Trabzonspor'un kadrosunu beğeniyorum. Alternatifli ve disiplinli bir kadro yapıları var ve asimetrik bir dizilişle oynamaları hücum varyasyonlarını daha etkili kılıyor. Her ne kadar 2 kadroyu da 4-3-2-1 çam ağacı dizilişinde koysam da, yeri geldiğinde 4-3-3'e, yeri geldiğinde 4-4-2'ye, yeri geldiğinde 4-4-1-1e aynı maç içerisinde bile evrilebilecek bir kadroları var. Kalede Onur benim çok beğendiğim bir kaleci, Karşıyaka'dayken de bir maçını izlemiş ve beğenmiştim, daha sonra Trabzon'a Şenol Güneş'in gelişiyle burada da hak ettiği değeri buldu. Savunma hattında stoper yedeğinde eksik var gibi gözükse de Ceyhun stoperde orta sahadan da iyi oynayan bir oyuncu bence, ayrıca Tayfun'un da stoper oynayabileceğini unutmamak lazım. Stoperler yeterli olsa da 2 bek mevkiinde de eksikleri var bence Trabzonspor'un, Çale geçen sezon iyi bir performans ortaya koyamadı ve soru işareti, Serkan da orta saha orjinli bir oyuncu olduğu için arada hata yapabiliyor. Ferhat iyi çalışırsa bu sene Çale'den formayı kapabilir, Trabzon'a geldiğinde ben umutluydum kendisinden hala çıkış yapamadı.

Trabzonspor'un sistemini farklılaştıran asıl yerler ise orta saha ve forvet. Orta sahadaki oyuncuların hemen hepsi kendine özgü özellikleri olan, birden fazla görevi yerine getirebilen kaliteli oyuncular. Trabzon'un Ceyhun-Selçuk-Colman 3lüsüne bakıyorum önce, sonra da Mustafa Sarp-Barış-Ayhan 3lüsüne bakıyorum ve aradaki fark ortada. Trabzonspor bu 3lünün önünde 2 yaratıcı oyuncu Yattara ve Alanzinho'yla oynayacak. Sene başında Yattara'ya kaptanlık verilmesi beni çok şaşırtmıştı, çok yetenekli bir oyuncu olsa da istikrarlı bir oyuncu değil ve geldiğinden beri kaptan özelliklerinden çok takımı güldüren eğlendiren bir saha dışı karakteri çizdi. Sanırım kaptanlık verilerek kontrol edilip verimi arttırılmaya çalışıldı, ama bana göre risk taşıyor bu durum. Alanzinho ise serbest oynatıldığında önemli bir yaratıcılık sağlıyor takıma, yedekte Engin de mental olarak problemli bir oyuncu olmasına rağmen üst düzey bir yeteneğe sahip bir oyuncu. Şenol Güneş'in Yattara, Alanzinho ve Engin gibi oyuncuları ne kadar verimli kullanabileceği Trabzon'un bu seneki şampiyonluk mücadelesinde kritik önem taşıyor.

Forvette ise 3 oyuncu var, yeni transfer Jaja, Teofilo ve Umut. Bana göre 3ü de kaliteli oyuncular ve farklı özelliklere sahipler. Jaja sol ayağını iyi kullanan, uzun boylu ama pivottan ziyade hareketli fuleli bir santrfor. İyi bir golcü ve Beşiktaş karşısında da gördüğümüz gibi uzaktan da güzel vuruyor. Ayrıca gerektiğinde forvet arkasında da görev alabilir. Teofilo ise teknik, yetenekli ama Güney Amerikalılar'ın tipik uyum sorunundan çok çekti. Gol vuruşları kaliteli ve her an gol atabilecek tipte, golü koklayan bir oyuncu. Umut ise bana göre çok underrated bir oyuncu. Modern futboldaki defansif forvet tanımına birebir uyan, takım oyununda çok etkili, stoperleri çok yıpratan mücadeleci bir oyuncu. Buna karşılık gol vuruşlarındaysa soğukkanlı olamıyor, biraz da Trabzon taraftarının baskısının etkisi var bunda. Tek forvet oynayan bir takımda böyle 3 tane kaliteli santrfor biraz lüks gibi gelse de iyi bir rotasyon oluşmuş.

Trabzonspor bana göre bu sene bu kadro ve bu hocasıyla istikrarlı bir oyun sergileyecektir. Trabzon'u Şenol Hoca'dan daha iyi tanıyan biri olduğunu düşünmüyorum, oyunculardan en iyi verimi almayı ve camiayı en iyi şekilde idare etmeyi başaracağını düşünüyorum. Trabzon'un en büyük rakibi kendisi. Şehir şampiyonluğa hazır mı önce onu görmek lazım. Şu anki Trabzon kadrosu ligin en oturmuş kadrosudur bana göre ve Beşiktaş'tan sonra şu anki kadro yapılarıyla ligin en büyük 2. favorisi durumundalar. Daha Fenerbahçe ve Galatasaray transferlerini tamamlamamış (Fenerbahçe Niang'dan başka transfer yapmayacaksa geçmiş olsn şimdiden) olsalar da şu an ilk 3'e girer gibi gözüküyor Karadeniz Fırtınası.

12 Ağustos 2010 Perşembe

Sezon Öncesi Galatasaray


Geçen sezon başında takımın başına Frank Rijkaard'ın gelmesiyle sezona umutlu ve iddialı giren Galatasaray ne yazık ki geçtiğimiz sezondan umduğunu bulamadı. Biraz bilinçli Galatasaraylılar Rijkaard'ın sisteminin oturması zaman alan bir sistem olduğunu biliyordu, o yüzden şampiyonluğun zor olduğunun farkındaydık ama sene içinde gerçekleşen olaylar ve kadro yetersizliği Rijkaard'ın ilk senesini verimli bir alışma senesi olmaktan bile uzak kıldı. Bir zamanlar Şampiyonlar Ligi'ne en çok katılan 3 takımdan biri olan Galatasaray'ın Devler Ligi'nden uzak 3. senesi bu. Tek teselli Rijkaard'ın 2. sezonunda takımı ve ligi çok daha iyi tanıyor olması.

Geçen sezon Galatasaray'ın kritik haftalarda yarıştan kopmasına sebep olan birkaç sıkıntı ve şanssızlık vardı. Öncelikle orta saha göbeğinin folloş olması. Sene başında Linderoth'a güvendik, Topal-Linderoth-Elano şeklinde bir orta saha düzeni planladık ki Linderoth oynadığı 5-10 maçta o mevkiide mükemmeldi. Ama onun sakatlığından sonra Galatasaray'ın elinde Topal, Sarp, Ayhan ve Barış'tan başka kimse kalmadı o mevki için. Bu oyuncuların da teknik, mental ve/veya fiziksel olarak Galatasaray seviyesinde oyuncular olmaması Galatasaray'ı zayıf takımlara karşı dahi üstünlük kuramayan bir kimliğe büründürdü. 2. en önemli sorun ise Baros'un sakatlığıydı. Galatasaray hücum hattının en değerli oyuncusu Milan Baros'un sakatlığı döneminde önce Nonda, sonra Kewell, sonra da Arda denendi en uçta. Bunlardan Baros'un görevini az veya çok yapabilen tek adam olan Kewell da sakatlanınca Jo yarım sezonluğuna kiralandı. Ancak o da beklenen performansı veremeyince Galatasaray gol yollarında çok sıkıntı çekti ve istediği hücum futbolunu oynamakta zorlandı. Bana göre ön plana çıkan son problem ise bireysel hatalardı. Galatasaray sezon boyunca kritik maçlarının çoğunda bireysel hatalardan dolayı puan kaybetti. Örnek verelim, ilk yarıdaki FB maçında Keita'nın kırmızı kartı, Atletico maçında Caner'in kırmızı kartı, ikinci yarıdaki TS maçında Emre Güngör'ün hatası, ikinci yarıdaki FB maçında Franco'nun hatası vesaire vesaire. Bu da takımdaki bazı oyuncuların mental problemlerine işaret ediyordu. İlginç olan bir nokta da saydığım oyuncuların tamamının takımdan gönderilmiş olması, Frank Rijkaard takımda daha çok akla ihtiyaç olduğunu vurguluyor bu satışlarla. Neyse fazla uzatmadan sezon açılışına 3 gün kala kadroyu inceleyelim:



Öncelikle kale mevkinden başlayalım. Bana göre kesinlikle yetersiz. Ufuk Manisa'dayken çok beğendiğim bir kaleciydi ancak İstanbul'a geldikten sonra özel hayatı ve çalışma disipliniyle ilgili hiç olumlu haberler gelmiyor. Aykut ise daha sezonun ilk 2 maçından kanıtladı neden kendisine as kaleci olarak güvenemeyeceğimizi. Aykut yedek kaleci olarak idealdir, kendisine görev düştüğünde iyi motive olur ama hiçbir zaman büyük takım kalecisi olamamasına sebep olacak denli büyük eksiklikleri var, bunların başında da çizgi kaleciliği geliyor. Bana kalsa Sinan Bolat için şimdiden girişimde bulunmuştum, Beşiktaş da Fenerbahçe de güven veren Türk kalecilere sahipken bizim bu halimiz üzücü.

Savunma hattına takviye olacağını düşünmüyorum, yani buraya yazdığımız oyuncular savunma hattını oluşturacak. Bana göre bu savunma hattı iyi motive olursa lig için fazlasıyla yeterlidir. Sahanın sol tarafında aklıyla atağı organize edecek bir Hakan Balta, sağ tarafında ise Lucas Neill olduğu sürece fizik olarak toparlanmış bir Servet bu savunmada sırıtmaz. Yedek kadroda da Ali Turan'ı sağ bekte kullanılacağını düşünmeme rağmen stopere yazmak zorunda kaldım çünkü savunma hattımızda oynayan oyuncuların çoğu birden fazla mevkide oynayabiliyor bu yüzden asıl mevki stoper olan 4. bir oyuncumuz yok.

Ve orta sahaya gelelim, işin asıl patladığı yere. Evet sezonun açılmasına 3 gün kala as kadroda 2 adet soru işareti görüyorsunuz.. Cana transferiyle ön liberoya lider ve agresif bir oyuncu kazandırıldı, ancak hala asıl eksiklikler giderilmedi. Elano'nun durumuna göre bir ofansif orta saha ve kesinlikle bir çift yönlü oyuncu alınmalı. Elano'nun gönderilmesine karşı değilim, 10 milyon civarı paralar veriliyorsa hemen satılsın çünkü doğru scoutingle yerini çok daha genciyle doldurmak mümkün. Ancak Elano'nun futbolcu kalitesini de tartışmam, geçen sene takımdaki eksikliklerden dolayı kaleye 40 metre mesafede neredeyse ön libero gibi oynamak zorunda kalan bir Elano vardı, oysa ki Elano kaleye yaklaştıkça etkinliği artan bir futbolcu. Takımın en kilit yeri olan orta saha ortasının sezonun başlamasına 3 gün kala hala "boş" olması çok çok çok büyük bir sorun. Ayrıca ön liberoda Cumhur ve Musa'nın da bu sezon Ayhan ya da Barış'tan daha çok kullanılmasını temenni ediyorum.

Son olarak hücum bölgesinde kanatlarda Pino, Serdar, Arda, Kewell gibi bir rotasyon var. Ne Arda ne de Kewell'ın 4-3-3'te açık olmak için gereken fiziki özelliklere tam olarak sahip olmadığı düşünülürse bir genç oyuncu transferi fena olmaz yedeğe. Yedek kadroyu 4-2-3-1 şeklinde dizdim, Arda'nın orada Emre Çolak'ı koyduğumuz mevkiide oyun zekasıyla sol açığa göre çok daha verimli olacağını düşünüyorum, Rijkaard da zaman zaman bu dizilişi alternatif olarak düşünecektir. Geçen sezon başı Elano gelmeden de takımın bu dizilişle oynadığını belirtmekte yarar var. Son olarak merkez forvette Baros, Kewell ve Mehmet Batdal var. Rijkaard'ın 4-4-2 oynamadığı düşünülürse yeterli bir rotasyon. Kewell'ın forvet performansı yedek oyuncusu için fazlasıyla yeterli bana göre. Ayrıca Pino'nun da burada görev alabileceğini unutmamak gerek.

Galatasaray bana göre sezona hiç mi hiç hazır değil, ilk hafta maçında ligin küme düşme adaylarından Sivasspor karşısında bile mutlak favori olduğumuzu söyleyemiyorum. Transferleri bu saate kadar yetiştiremeyen yönetimi kutluyorum. Nasılsa olası bir başarısızlıkta medyaya sunulacak kurban belli, Frank Rijkaard. Şu kadrosuyla Galatasaray için tahminim 3-6 aralığı, ama çok gecikmeden gelecek 2 transferle bir anda şampiyonluğun en büyük favorisi konumuna da gelebiliriz.

Sezon Öncesi Fenerbahçe


Bir Fenerbahçeli olarak şuan belki de en son yapmak istediğim şey bir değerlendirme yazısı yazmak ama hem uzun süredir blogu boşladığım için hem de diğer yazarların ısrarları üzerine yazmaya başlıyorum.

Geçen sezonun başında ve sonunda iyi performans gösteren bir takımımız vardı. Koşan, basan, gerektiğinde iyi top çevirip gerektiğinde de hızlı bir şekilde hücuma çıkan bir takım. Tabi bahsettiğimiz takım bunları hazır olduğunda yapıyordu. Fakat elimizdeki takım hazır olmaktan çok uzak ve lig başlamak üzere. Takımın başına getirilen Aykut Kocaman geçen sene sportif direktör olarak görev yaptığı ve bu takımda performansını en beğenmediğim oyuncular olan Baroni ve Santos başta olmak üzere birçok oyuncunun alınmasına onay veren kişi olduğu için bir uyum süreci yaşamamamız gerekirdi. Takım zaten halihazırda Aykut Hocanın takımı

Peki geçen sene zaman zaman çok iyi oynayan takımdan giden oyuncular, yedek Vederson'la koca sezon toplam 10 maç oynamamış olan Deniz Barış Ali Bilgin ikilisi. Yani baktığımızda oyunculardan giden yok. Fakat baktığımızda, Güiza'nın durumu hala belli değil, en son Aykut'un onun hakkında gönderemezsek yararlanırız açıklamasınıysa trajikomik olarak nitelendiriyorum. Deivid'in artık bu takıma katkı vermesi çok zor ve gönderilmesi gerekiyor. Tabi herhangi bir piyasası olmayan ve buna rağmen yılda 3 milyon euro alan bir oyuncu nasıl gönderilebilir ? Gönderilmesi gereken bir diğer oyuncuysa Kazım. Hani Daum'un Volkan hakkında bir sözü vardı onu kalede görünce dehşete kapılıyorum diye, işte ben de bu adamı Fenerbahçe formasıyla sahada görünce dehşete kapılıyorum.

Güiza'yı hiç yazmamam dikkatinizi çekmiştir, çünkü gönderilmese bile ondan herhangi bir verim alabileceğimizi düşünmüyorum. Forvetteki soru işaretine gelince, ortalıkta Fenerbahçe'nin 10 milyon euro'nun üstünde bir rakama yıldız bir forvet oyuncusu transfer edeceği söylentisi dolaşıyor. Dedikodular üzerine yorum yapmak istemediğinden gelecek oyuncu hakkında yorum yapmayacağım, ancak klübeye yabancı bir genç santrafor transfer edilse, Aykut Hoca da çıksa ben yoluma Semih Gökhan ikilisiyle devam edeceğim dese en ufak bir itirazım olmaz, mutlu bile olurum.


11' bakarsak, kalede milli kalecimiz Volkan var. Yani ligin en iyi kalecisine sahip olduğumuzu düşünebiliriz. Fakat olası bir sakatlık durumunda gerekli ilerlemeyi gösteremeyen Volkan Babacan ve Mert Günok'un performansları soru işareti. Ancak bence bir takım her zaman altyapısından yetiştirdiği genç kalecilerine güvenmelidir ve ben de yedek olarak bu iki kaleciyle devam edilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Sağda Gökhan, yine milli takım oyuncusu ve yabancı almaya kalksak ondan iyisini bulamayız diyebileciğimiz kalitede bir oyuncu. Fakat yedeğinini olmaması (Bekir'in Young Boys maçındaki performansından sonra) bize sezon içinde çok problem çektirecektir. Bu mevkiye kesinlikle genç bir yerli yedek alınmalı. Soldaysa Santos Brezilya milli takımının sol beki fakat hiç hazır değil. Çok kalınlaşmış ve çevikliğini kaybetmiş bu yüzden çıktığında geri gelemiyor ve forma girene kadar soldan çok pozisyon vereceğimizi düşünüyorum. Yedek olarak da Caner, -her ne kadar Galatasaraylılar aksini söylese de- hem kanat hem bek oynayabilen, düşük maliyetli bir Türk olduğu için maç içinde yaptığı hatalara rağmen iyi bir yedek konumunda.

Geldik en problemli mevkiimiz olan stopere. Lugano dışında bırakın 11 oyuncusu, yedek olarak bile düşünebileceğimiz bir oyuncuya sahip değiliz. Bilica aslında iyi bir oyuncu olmasına rağmen kapalı savunma oyuncusu ve Fenerbahçe'nin oyun stiliyle çok ters özelliklere sahip, bu yüzden verim veremiyor ve çok hata yapıyor. Bekir ve Önder konularına zaten değinmeyeceğim, İlhan'ıysa daha önce çok az izleme fırsatı bulmuştum, umarım sene içinde iyi bir performans gösterip Bilica'yı keser de savunmada bir saatli bombayla oynamak zorunda kalmayız. Buraya da kaliteli bir oyuncu almalı Aykut Hoca.

Orta sahanın ortasında Emre - Mehmet ikilisi hem yerli olmaları, hem de diğer oyunculara kıyasla daha üst düzey isimler olmaları nedeniyle öne çıkıyorlar. Tabi Mehmet sakatlığından dolayı hazırlık kampını kaçırdı ve bu yüzden form tutması gecikecektir bu da o form tutana kadar Baroni'nin oynama ihtimalini arttırıyor. Baroni benim beğendiğim bir oyuncu değil, çoğu özelliği vasat olan bir oyuncu ve orta sahanın ortasında oynamasına rağmen maç içinde kayboluyor. Yedek olarak yetersiz diyemeyiz ancak yabancı kontenjanını vasat bir ön libero için kullanmak yanlış bence. Bir diğer yedek de Selçuk. Türk olması ve zaman zaman bizi çıldırtsa da istikrarlı olması onun artılarından. Gerektiği zaman katkı verebilecek bir yedek. Bu sene için mümkün değil ancak gelcekte Baroni'nin gönderilmesi ve yerine çok koşan, basan bir ön liberonun alınması şart.

Kanatlarda yeni transferler Dia ve Stoch var. Stoch gerek potansiyeli, gerekse ilk Young Boys maçındaki oyunuyla taraftarı heyecanlandıran bir isim. Ancak savunmaya yardımının kısıtlı olması - aslında bu sorun değil Stoch bir hücum oyuncusu fakat arkasında Santos'la oynayınca problem yaratacaktır - ve Türkiye liginin sertliğe dayanması özellikle alışma sürecinde problem yaratabilir. Dia'ysa hızlı ve kuvvetli olması sebebiyle Türkiye ligine daha uygun bir oyuncu fakat Stoch kadar yetenekli değil. Ligde iyi oynayacaktır fakat Avrupa'daki bazı maçlarda etkisiz kalması muhtemel. Kanat pozisyonlarındaysa zaman zaman bu pozisyonlara kaydırılacak Özer - Topuz ikilisi dışında kimse yok. Deivid ve Kazım hakkındaki düşüncelerimi yukarda belirttim zaten. Sakatlığından kurtulduğunda form tutabilirse Uğur da takıma faydalı olacaktır. Kazım ve Deivid gönderilirse, alternatif olarak kanatlara da bir takviye yapılması gerek ancak bu ihtimal çok düşük gözüküyor.

Gelelim Alex'e, Aykut'un Alex'i bitireceği yönünde çıkan haberlerin gerçek olduğunu düşünmüyorum. Alex bu takıma faydalı olacaktır en az 5-10 maç kazandıracaktır. Aykut Hoca, bir zamanlar Lyon'un Juninho'da yaptığını yapıp onu 2. yarıda oyuna sokmayı da deneyebilir. Artık Alex, artık sistemin kendisi olmaktansa, onun içinde bir dişli olmalı. Stoch ve Özer de bu pozisyonda kullanabileceğimiz oyuncular. Aykut hoca zaman zaman çift forveti de deneyecektir sezon içerisinde.

Takımın eksikleri olduğunu düşünüyorum. Forvet konusuna transfer yapılınca ve ya Güiza gönderilince daha detaylı değiniriz. Ancak bu haliyle takımdan çok umutlu değilim. Kanatlardaki ve özellikle stoperdeki problem halledilemezse takımın bu sezon şampiyon olması çok zor.

10 Ağustos 2010 Salı

Sezon Öncesi Bursaspor


Şüphesiz ki geçtiğimiz sezonun en büyük olayı Bursaspor'un şampiyonluğuydu. Bursaspor geçen sezon çok mu iyiydi, hayır. Ama haddini bilerek oynadılar ve Anadolu takımı olmanın avantajını kullandılar. Kontratak futboluna yatkın oyuncularıyla önce rakiplerini üstlerine çekip sonra hızlı hücumlarla vurdular, özellikle büyük maçlardaki başarılarında bu faktör büyük pay sahibi. Bu sene Bursaspor başarısının tesadüf olmadığını kanıtlamak isteyecektir, ayrıca Şampiyonlar Ligi de kritik dolayısıyla takımın son durumuna bir bakalım.

Takım kadrosundan çok önemli oyuncular kaybetmeden giriyor yeni sezona. Özellikle geçen sezon devre arası transfer gündeminden düşmeyen Sercan, Volkan, Ozan İpek gibi isimleri biraz da şampiyonluk gazıyla ellerinde tutmayı başardılar. Zapo'nun kiralık sözleşmesinin bitmesinden doğan açığı Stepanov'la doldurdular, ayrıca Batalla'dan memnun kalmış olacaklar ki kadroyu 3 tangocuyla takviye ettiler. Ayrıca Fener'den bedavaya alınmış bir Vederson transferi de var eksik olan sol bek bölgesine. Takımın dizilişi konusunda ise kesin bir fikre sahip değilim, büyük maçlarda 4-4-1-1 oynayacaklarını düşünüyorum ama daha zayıf Anadolu takımlarına karşı baklava 4-4-2 bile tercih edilebilir mevcut kadro yapısıyla. Zaten artık Bursaspor da büyük takım olduğundan diğer takımlardan öyle muamele görecektir, geçen sezon Bursa henüz fark edilmemişken yenmeye oynayıp kontrataktan gol yiyen takımların yerini geride sert savunma yapıp kapanan takımlar alacaktır. Kadroyu inceleyelim:



2. kadroyu 4-4-2 çizdim çünkü forvet hattındaki oyuncuların hepsi değerli oyuncular ve kapanan takımlara karşı kilidi açmak için bu dizilişi de kullanması gerektiğini düşünüyorum ben Ertuğrul Sağlam'ın. 2. kadroda 2 mevkiyi boş bırakmışız, biri sol açık biri de sağ bek. Veli ve Yenal bu bölgeleri yedekleyen oyunculardı geçen sezon, gidişleri rotasyon açısından kötü olmuş. Ancak sol açığı boş bırakmış olsak da orada Eren Albayrak ismi var altyapıdan, aynı şekilde forvet rotasyonunda da Muhammet Demir ismi var. Altyapıdan yetişen bu iki isim de çok potansiyelli oyuncular ve ben özellikle Eren'in bu sene fazlasıyla şans bulacağını düşünüyorum. Muhammet ise bütün Bursa'da Sercan satıldıktan sonra yerini dolduracak yeni yıldız olarak görülüyor. Ama bu sene forvet transferlerinden sonra şans bulması zor gözüküyor. Stoperde ise genç oyuncular Serdar ve Ramazan yedek eksikliğinden dolayı forma şansı bulabilirler.

Takımın geçen seneki şampiyonluktan sonra bu seneki futbol iştahı en büyük merak konusu. Özellikle belirli bir yaşın üstündeki oyuncularda doymuşluk, genç oyuncularda da rehavet söz konusu olabilir. Büyük takımlarda bu durumlar sorun olmaz ama Bursaspor gibi büyümekte olan bir takımda Ertuğrul Sağlam'ın takım üzerindeki liderliği önemli olacaktır. Geçen sene kritik haftalarda çok stresli görmüştük Ertuğrul hocayı kenarda, bana göre artık bir şeyler başarmış bir hoca olarak takımına güven veren ve onları motive eden bir kimliğe bürünmesi gerekir. Bütün Bursa halkı ve Bursa yönetiminin de ona sonuna kadar destek verdiğini düşünürsek, kafasındaki takımı ve oyunu ortaya koyma konusunda büyük bir şansa sahip Ertuğrul Sağlam. O da kadro uyumunu sağlamak için aynı ülkeden yabancılar getirmek gibi akılcı bir yönteme başvurdu mesela

Her ne kadar kadroları iyi olsa da ben Bursaspor'un bu sezon ciddi bir şampiyonluk şansı olduğunu düşünmüyorum. Sivasspor gibi tepetaklak olmayacaklardır ancak bu sezon 4 büyük de iddialı, ayrıca Bursa'nın izinde ilerleyen Eskişehirspor, İBB gibi güçlü Anadolu takımlarıyla çok daha rekabetçi bir ortam olacak ligde. Dolayısıyla benim tahminim 3-6 aralığında bir yerlerde yer alacakları yönünde. Burada önemli olan Bursaspor'un Şampiyonlar Ligi gelirlerini iyi değerlendirip kadroda yaşlanan isimleri yenileriyle değiştirerek mali ve sportif istikrara ulaşması. Bursa'nın Şampiyonlar Ligi gruplarındaki şansına gelecek olursak, dediğimiz gibi kontratak futbola çok uygun bir kadroları var, Turgay gibi iyi bir defansif forvetleri var ve özellikle iç sahada yenilenen Bursa Atatürk stadında taraftarlarıyla birlikte puanlar almaları zor değil. Gelecek gruba göre tahminimizi daha sonra yaparız..

9 Ağustos 2010 Pazartesi

Sezon Öncesi Beşiktaş


Alfabetik sıra gereği sezon öncesi incelemelerimize Beşiktaş'tan başlıyoruz. Beşiktaş bu sezonun en azından şu ana kadar transfer şampiyonu. Geçen sene Tabata'yı Fink'i alan takım bu sene Quaresma'yı Guti'yi alarak sınıf atladı. Villareal ve Plzen karşısındaki futbolları da çok etkileyici olmasa da diğer rakiplerine göre nispeten hazır olduklarını gösterdi. Bana göre lige şu anki kadrolarla girilse çok rahat alır götürürler ligi. Ama yine de kadro yapılanması konusunda ciddi sorunları var onların da, bunları anlatabilmek için de öncelikle Schuster'in önceki maçlarda oynattığı sistemi değerlendirmek gerek.

Şu anda Beşiktaş kadrosunda 12 yabancı futbolcu bulunuyor. Schuster'in aslarından ve bana göre de joker niteliğinde bir oyuncu olan Sivok'un talihsiz sakatlığından sonra sözleşmesinin dondurulduğu haberleri var dolayısıyla 11 diyebiliriz. En az bir yabancı oyuncu daha göndermeleri gerekiyor ve görünüşe göre bu oyuncu Fink olacak. Necip'in başarılı oyunu her ne kadar ümit verici olsa da bu durum da orta saha göbeğini biraz alternatifsiz bırakıyor. 4-2-3-1 dizilişi üzerinden kadroyu çizecek olursak:




Kadroya bakar bakmaz gözüken boşluk orta saha ortası. As olarak koyduğumuz Necip'in bile yeterliliği tartışılırken orta saha ortasında kocaman bir delik var bana göre. Bu ortamda niye Fink gönderiliyor anlamış değilim açıkçası. Delgado'nun gönderilmesi hem mevki açısından hem de oyuncu verimliliği açısından çok daha doğru olurdu. Gutiyi yedekleyebilecek Tabata ve Yusuf var zaten, bir de Delgado'ya gerek yok bence. Schuster'in eğer Delgado'dan orta saha ortası yaratma fikri varsa bu fikri de saçma buluyorum ben, her ne kadar bir on numaraya göre mücadeleci ve fiziği iyi bir oyuncu olsa da orta saha ortasında oynatılması Anadolu takımlarına karşı bile çok önemli savunma zaaflarına yol açacaktır. Geçen sene benzer yıldızlar topluluğu bir kadro kuran Galatasaray'ın Linderoth da iyileşemeyince orta saha ortasında yaşadığı sıkıntılar ortada, o yüzden bu bölgeye en azından düşük profilli bir takviye yapılması gerektiğini düşünüyorum Manisa'dan Yiğit olabilir mesela.. Mehmet Aurelio ismi de geçiyor ama benim son yıllarda düşüşte olduğunu düşündüğüm bir oyuncu Aurelio, bence pek iyi bir transfer olmaz.

Takımın zaafı olarak göze çarpan diğer noktalar sağ bek ve forvet. Forvette Bobo bence iyi bir oyuncu, bir forvette olması gereken bütün özelliklerden bir miktar barındırıyor ve her şekilde gol atabiliyor. Ama yedeğinde Nobre gençliğinde bile fizik mücadelesiyle, karambolden attığı gollerle iş yapan bir oyuncu olarak yaşlılığında bu takıma verebileceği çok bir şey yok bence. Batuhan'ı Eskişehir'e satarak ne kadar büyük bir hata yaptığını görecektir Beşiktaş yönetimi, bu mevkiye ismi geçen Raul gibi bir transfer değil de genç bir Türk yedek alınabilir, örneğin Mustafa Pektemek. Sağ bekte ise ikisi de bana göre A takıma yakışmayan Erhan ve Ekrem var. Schuster sanırım hazırlık kampında Erhan'ı beğenmiş, ama bana göre yeterli bir oyuncu değil. Hilbert sağ bekte düşünülebilir belki ama dünkü maçta defansa yeterli yardımını göremedik o da ne kadar doğru bir hamle olur bilmiyorum. Beşiktaş'ın bu şartlar altında geçen sene Ali Turan'a sulanmaması saçma olmuş, Bosman transferi kendileri yapınca oyuncu köle değil deyip Galatasaray yapınca oyuncumuzu ayartıyorlar diyen Kayseri yönetimini uygun bir fiyata kandırabilirlerdi. Sanırım 2 takım arasındaki iyi ilişkileri bozman istememiş Demirören.

Takımın zaaflarına değindik hep, güçlü yönlerine değinelim son olarak. Öncelikle dünya çapında bir teknik kadro var takımın başında. Kale mevkiinde 3 Türk ve kaliteli oyuncu olması hem kontenjan hem de gelecek açısından çok olumlu. Defansta Sivok'un sakatlığına rağmen Toraman-Ferrari gibi güven veren bir ikiliye sahipler. Defansif orta sahada Ernst ilerleyen yaşına rağmen Türkiye ligi seviyesinin üstünde bir oyuncu. Ve Beşiktaş'ta geçen senelere oranla en büyük farklılık müthiş hücum gücü.. Quaresma kanatta Türkiye ligini kasıp kavurur, hem mental olarak zayıf hem de ağır Türk oyuncuların Quaresma'yla baş etmeleri mümkün değil; inşallah kasapların kurbanı olmaz. 10 numarada Guti ilerleyen yaşına rağmen iş asist yapmaya gelince dünyanın en iyilerinden, Villareal maçındaki asistini de herkes görmüştür zaten. Nihat'ın da bu sene hem Schuster'in gelişi hem de 2. sezonu olmasından dolayı gerçek performansına ulaşabileceği düşünülürse Beşiktaş bu sene hücumda çok tehlikeli bir takım görüntüsü çiziyor. Beşiktaş'ın korkması gereken 2 şey var, sert savunmalar ve sert hava koşulları. Fizik olarak biraz zayıf oyunculara sahipler ve kış aylarında bu oyuncular kötü zeminlerde ne kadar performans verebilir merak konusu. Beşiktaş şu anda lige az çok hazır gibi görünüyor, yabancı sorununu çözüp ufak eksikliklerini de giderirlerse şampiyonluğun en büyük favorisi olabilirler..

6 Ağustos 2010 Cuma

Avrupa Ligi Eşleşmeleri


Fenerbahçe'nin de Young Boys mağlubiyetinden sonra Avrupa Ligi Playoff Turu'na 4 takımla katılıyoruz bu sene. Bugün çekilen kuralardan sonra rakipleri kısaca değerlendirip 4 temsilcimizin de tur şanslarını değerlendirelim. Önce Trabzonspor'dan başlamak istiyorum. Trabzonspor Türkiye Kupası'nı kazandığı için bir önceki turu oynamadan direk bu turdan dahil oldu Avrupa Ligi'ne. Seribaşı olmadıkları için zor bir takım geleceği ortadaydı ancak kötü bir kurayla en zorunu seçtiler. Liverpool karşısında tabii ki çok düşük şansı Trabzonspor'un. Liverpool her ne kadar eski Liverpool olmasa da dünyanın kalburüstü takımlarından biri sonuçta ve bugün Liverpool'la eşleşip de kolay kura diyebilecek bir takım yok dünya üzerinde ne CL'de ne de Avrupa Ligi'nde. Şenol Hoca'nın takımı mental açıdan iyi hazırlaması gerekiyor, takımın da geride iyi alan daraltıp ileride fırsatları boşa harcamaması lazım. Sonuçta futbol mu her ne kadar zor olsa da imkansız değil, başarılar diliyoruz Trabzon'a. 33 yıl önce gerçekleşen Trabzon-Liverpool eşleşmesinde Liverpool'un Trabzon'da 1-0 mağlup olduğunu da unutmayalım, İngilizler Trabzon'u hafife almıyorlar. Liverpool'un efsane kalecisi Ray Clemence Trabzon deplasmanını şu kelimelerle anlatmış: ''1977 yılındaki Trabzonspor deplasmanı, hayatımdaki en kötü Avrupa yolculuğuydu. Saha, baştan başa taşlarla doluydu. Konakladığımız otel berbattı. Sabahın 5'inde çiftlik hayvanlarının sesiyle uyandık. Yediğimiz yemekten bir şey anlamadık. Ve en sonunda, 1-0 mağlup olduk.''

Seribaşı olan diğer takımlarımız tabii ki nispeten kolay takımlarla eşleştiler. Fenerbahçe Yunanistan'dan PAOK, Beşiktaş Finlandiya'dan Helsinki, Galatasaray ise Ukrayna'dan Karpaty Lyiv'le eşleştiler. Fenerbahçe'den başlayalım. Takımın Young Boys karşısında oynadığı mahkum ve etkisiz oyundan sonra pek de emin değil taraftarlar turdan. PAOK da Yunanistan'ın Panathinaikos, Olympiakos veya AEK kadar olmasa da güçlü takımlarından. Ajax'a 1-1 ve 3-3'lük skorlarla yenilmeden elendiler. Taraftar olarak da Yunanistan'ın en ateşli taraftar gruplarından birine sahipler ve bir Türk-Yunan eşleşmesinde bu belirleyici faktörlerden biridir. Ancak Fenerbahçe'nin lige hazır olmadığını her haliyle belli eden görüntüsüne ve nispeten kötü kurasına rağmen bu turu geçeceğine inanıyorum ben. Ülke puanı açısından da geçmesini istiyorum açıkçası, tamam Fenerbahçe eleniyor dalga geçiyoruz falan ama futbola bakışımız bu kadar basit olmamalı.

Beşiktaş'ın rakibiyse Finlandiya'dan Helsinki. Finlandiya liginin kalitesiyle Türkiye liginin kalitesi tabii ki kıyaslanmaz ama rakibin Finlandiya'nın açık ara en güçlü takımı olduğunu vurgulamakta fayda var. Fizik olarak güçlü bir rakip bulabilir Beşiktaş karşısında ve her ne kadar yıldız transferleriyle yaz dönemini en iyi değerlendiren kulüp gibi gözükse de Plzen deplasmanında ortaya koyulan futbol onlar açısından da birkaç soru işareti bıraktı kafalarda. Rakip kadro kalitesi olarak Beşiktaş'ın yakınıdan geçmese de Şampiyonlar Ligi elemesinden geldiklerini de belirterek ciddiye alınması gereken bir takım olduklarını ekleyelim. Ayrıca son bir detay olarak da iki takımın daha önce 94-95 sezonunda Kupa Galipleri Kupası'nda (o zamanki Uefa Kupası-Avrupa Ligi) karşı karşıya geldiklerini ve Beşiktaş'ın rakibini 2-0 ve 1-1'lik skorlarla elediğini belirtelim. Beşiktaş oyun disiplinini koruduğu ve rakibi küçümsemediği sürece turu geçecektir.

Son olarak Galatasaray'ın rakibini inceleyelim. Bana göre takımlarımız arasında en kapalı kutu kurayı Galatasaray çekti. Karpaty Lyiv Ukrayna Premier Ligi'ne 2006 yılında yükselmiş bir ekip. İlginç bir benzerlik olarak Yeşil Aslanlar olarak anılıyorlarmış. Güçlü bir altyapıya sahip olan takım genel olarak genç oyunculardan kuruluymuş. Takımın en büyük yıldızı olarak Brezilyalı forvet Batista gösteriliyor, bunun dışında 2 Brezilyalı oyuncu daha varmış kadroda. Karpaty bu sezon Avrupa Ligi mücadelesine erken başlamış ve 2. ön eleme turunda İzlanda'nın KR Rejkjavik takımını 3-0 ve 3-2'lik, 3. ön eleme turunda ise Gürcistan'ın Zestaponi takımını 2 maçta da 1-0'lık galibiyetlerle geçmiş. Dört haftası geride kalan Ukrayna Premier Ligi'ndeyse 5 puanla 7. sıradalar. Kış aylarında olsak çok daha korktuğum bir eşleşme olurdu bu eşleşme Tromso maçlarını da düşünerek. Sezonu çok önceden açmış ve ligde de 4 maç oynamış bir takım, ayrıca Ukrayna liginde oynanan sert ve fiziğe dayalı futbol göz önünde bulundurduğunda fizik mücadelenin ön planda olacağı bir eşleşme olabilir. OFK Belgrad önünde alınan farklı galibiyete rağmen Galatasaray da henüz hazır değil ne yazık ki, Ledesma ve Rosicky transferleri çok yazılıp çizilse de henüz kesinleşmiş değil ve hala önemli eksikleri var takımın. Yine de tabii ki turun açık favorisiyiz. Ukrayna'nın ülke puanı konusunda rakiplerimizden biri olduğunu da unutmayalım. 4 temsilcimizden en az 3'ünü Avrupa Ligi'ne sokmamız gerekiyor, başta Galatasaray olmak üzere bütün takımlarımıza başarılar..

OFK Belgrad 1-5 Galatasaray


Sami Yen'deki ilk maçtan sonra söylemiştik, belki takım hazır değil ama rakip de hiçbir şekilde bizim seviyemizde bir rakip değil, Belgrad'da turu farklı skorla alırız diye. Maç da bu beklentileri karşılarcasına başladı. Maç öncesi zeminin kötülüğünden korkuyordum açıkçası, bu yüzden erken bir gole ihtiyaç vardı. İlk maçta avucumuzdaki turu bıraktığımız golleri yediğimiz kornerden biz attık bu kez ve erken gol endişeleri azalttı. Mustafa Sarp geçen sezon başı olduğu gibi bu sezon da arka direk golüyle başlamış oldu. Bugün Habertürk'te yazana göre Mustafa tribünlerin "biz Aslantepe'de Mustafa Sarp'ı mı izleyeceğiz" şeklindeki tepkisinden dolayı hırslanmış maç öncesi. Ancak hırsla açıklanacak bir şey değildi 2. goldeki akıl dolu ara pası :) Kewell da bu pası kendisine yakışan şekilde ağlarla buluşturdu. Bakın şimdi Kewell'ın asıl mevkii santrfor değil ya, 4-6-0 muhabbetleri falan yapılıyordu yine kadro üzerinden. Ama Kewell'ın oyuncu özelliklerine baktığınızda, yaş ve sakatlıklar sebebiyle çabukluğunu ve dripling yeteneğini büyük ölçüde kaybettiğini görüyoruz. Ama bir santrforda arayacağınız pozisyon alma, doğru koşuyu yapma gibi mental sezgilere ve oyun zekasına sahip. Ve en önemlisi, o pozisyonda Güiza'yı ve Hakan Şükür'ü düşünün. Soğukkanlılıkla o topu ağlara bırakacaklarından emin olabilir misiniz? Kewell bir santrfor için bana göre en az bitiricilik kadar önemli olan soğukkanlılık ve kendine güvene sonuna kadar sahip bir oyuncu ve bu yüzden her zaman için +2'de gerekli bir oyuncu.

Kewell'a bu kadar methiye düzdüğümüz yeter, maçın analizine devam edelim. Aykut'un yediği saçma sapan golle birlikte Kewell'ın golünden sonra rehavete kapılan takım biraz şaşırdı ve korktu belki de. Bu bocalama döneminde Aykut'un kurtarışları takımı ayakta tuttu şaşırtıcı bir şekilde. Aykut böyle bir kaleci, yenmeyecek golü yiyip yenilecek golü yemiyor. Ve bu yüzden de iyi bir kaleci değil, çünkü iyi kaleci yenmeyecek golü yemeyip yenilecek birkaç golü kurtaran adamdır. Bu dakikalarda verdiğimiz pozisyonlarda savunma hatalarına da değinmek gerek. Savunma şu an takımın en hazır yeri gibi duruyor, Servet bu saatten sonra satılmayacağına göre takviye de yapılmayacak bu bölgeye. Ama sezon başı görüntüsü bu oyuncuların hepsinin inanılmaz formsuz olduğu şeklinde. İlerleyen haftalarda başta Servet olmak üzere bu oyuncuların kendilerini toparlaması gerekiyor. Bu bocalama dönemini sona erdiren olay Kewell'ın kazandırdığı penaltı ve rakibin 10 kişi kalması oldu. Rakibin 2-1'den sonra kazandığı direnç kırıldı ve farklı skora giden kapı açıldı. Önce Pino'nun güzel pasında Arda'nın ilginç aşırtma vuruşu, sonra da Sabri'nin ortasında Batdal'ın vuruşuyla Galatasaray 5-1'lik skoru yakaladı. Biraz oyuncuların bireysel performansına değinirsek Arda gol harici oyunda yoktu, Pino yine az süre aldı ve etkili işlerine rağmen kesin bir yorum yapacak kadar göremedik. Sarp dediğim gibi geçen sene başı performansına yakın bir oyun sergiledi. Ayhan takımda aksayan parçalardan biriydi, Cana ise görevini yapsa da çok farklılık yaratan bir performans ortaya koyamadı henüz hazır olmaması sebebiyle.

Maçın bir başka güzelliğine değinelim, NTV bu maç için yorumcu olarak Cevad Prekazi'yi seçmişti. Komik telaffuzları ve bozuk Türkçe'siyle bizi arada güldürse de onun sesini duymak güzeldi. Galatasaray'a Jovanovic'i önerdiğini söyledi, Galatasaray aşkım Belgrad işim dedi ve bana göre Galatasaray ataklarında daha heyecanlıydı kendisi. Yorumları da gayet isabetli yorumlardı, ileride Galatasaray altyapısında da görürüz inşallah böyle bir efsaneyi..

30 Temmuz 2010 Cuma

Galatasaray 2-2 OFK Belgrad


Yıllar önce Ali Sami Yen Galatasaray'ın kuruluş amacını şu cümleyle belirlemişti: ''Maksadımız İngilizler gibi toplu bir hâlde oynamak, bir renge ve bir isme mâlik olmak ve Türk olmayan takımları yenmek.'' Yıllar sonra Galatasaray Ali Sami Yen'in ölüm yıldönümünde Sami Yen'e veda edeceği sezonu Sami Yen'de bir Avrupa maçıyla açıyordu Galatasaray..

Galatasaray'ın sahaya çıkan kadrosu üzerinden Rijkaard'a çakanlara gülüyorum. Musa Çağıran hariç neden yok diyebileceğiniz bir oyuncu yoktu (sakatlıklar ve ha
zır olmama durumları yüzünden), Musa'nın da 92'li olduğunu ve FM oynamadığımızı fark etmek gerek. Tam olarak düşündüğüm dizilişle çıkmadı Galatasaray sahaya, ancak geçen seneki oyuncu rolleriyle de çıkmadı. Ortada Ayhan defansa biraz daha yakındı, sanırım 34 yaşında da olsa pas yeteneğini kullanarak topu ileriye daha çabuk taşımayı hedeflemiş Rijkaard. İlk yarıda rakibin üzerinde büyük bir baskı kuruldu ve atılan bir golün dışında birçok da pozisyon kaçtı. Pozisyonların kaçmasında önemli bir konu 2 kanatta oynayan oyuncunun da winger tarzı oyuncular olması, ters kanattan gelişen ataklarda forveti 2leyecek özelliklere sahip olmamasıydı. Yine de Galatasaray atakları genelde bu oyuncular üzerinden gelişti, özellikle Arda Turan. Serdar Özkan da istekliydi ve mücadele etti ama mental eksikleri verimliliğini etkiledi. En uçta Mehmet Batdal fiziğiyle girdiği 1-2 pozisyon harici etkisizdi, hem yavaş kaldı hem de top kontrollerinde sorun yaşadı. Ancak bu baskıya rağmen top rakibe geçtiğinde rakip kalemize kolaylıkla geliyordu, bunda da orta saha ve savunma oyuncularımızın topa sert olmaktansa rakibe gölge presi yapmaları etkiliydi.


2. yarıda da 75. dk'ya kadar GS atakları vardı. Mehmet Batdal'ın yerine oyuna giren Kewell, oyun zekasıyla bile farklılık yarattı ve merkez forvetin nasıl oynaması gerektiğini gösterdi. Özellikle Pino'ya attığı paslar harikaydı. Pino'ya gelirsek, Serdar Özkan'daki mental eksiklerin onda da olduğunu düşündüğümü belirtmek lazım. Fiziksel ve teknik yetenekleri ortada, herkes görmüştür ne kadar çabuk bir oyuncu olduğunu ama onun da son tercihlerinde hatalar vardı. Tabii ki tek maç üzerinden değerlendirme yapmak adil değil, sonuçta 2. golümüzde de önemli payı vardı Pino'nun. Ve gelelim 2. gole. Kewell-Pino-Arda işbirliğiyle bulunan golden sonra GS'nin topa sahip olarak oyunu yavaşlatması ve aktif dinlenmesi gerekiyordu sahada. Ama bunlar teoride kaldı. İstediğini alan Galatasaray bunu korumanın tek yolunun geri çekilmek olduğu düşüncesine kapıldı ve 2 saçma salak gol yedi. 2 golde de Aykut'un direk hatası vardır, 2. golde Neill ve Servet'in de yine 1. dereceden hatalı olduklarını belirtmek lazım. Maç bir bakıma dünkü Young Boys Fenerbahçe maçının bir benzeri oldu, rakibe oyunun büyük bölümünde dominasyon kuran takım hak ettiği sonucu alamadı.

Maçın skorundan bağımsız olarak konuşuyorum, Galatasaray OFK Belgrad'ı deplasmanda çok çok rahat yenebilecek güce sahip. 1-2 oyuncuları dışında maç boyu fark yaratan bir adam yoktu rakip takımda. Ama önemli olan eksiklerden ders almak. Ben blogda kaleci gerek yazdım, Servet satılıp defansa oyuncu alınmalı yazdım, orta sahadaki eksikliği zaten görmeyen kalmadı. Bu şartlarda transferleri geciktirip de takımı bu kadroya mahkum eden yönetim 1. suçludur bu durumda bana göre. Adnan Polat da Rijkaard da maç boyu ve sonrası jest ve mimikleriyle sıkıntılı olduklarını gösterdiler. Onlar 1 sıkıntılıysa biz 1000 sıkıntılıyız. Takımdan da sezondan da umutluyum ama Steaua Bükreş geliyor aklımıza istemeden, hem Aykut hem de gelmeyen transferler yüzünden..

28 Temmuz 2010 Çarşamba

Young Boys - Fenerbahçe


Uzun süredir evden uzakta tatilde olmam nedeniyle yazı yazamamıştım, Fenerbahçe'nin ilk resmi maçıyla buna son vermek istedim. NBA Offseason hamleleriyle ilgili de bir yazı hazırlıyorum ve en yakın zamanda o postu da bitireceğim. Fenerbahçe'yle ilgili sözlerime maçın belki de tek yanından başlamak istiyorum, Miroslav Stoch. Tekniği, hızı, hırsı ve çabasıyla Fenerbahçe'nin yıldızıydı. Attığı golde yaptığı son vuruşunun yanında Gökhan Ünal'a attığı pas akıl doluydu. Maç içinde adeta tecrübeli bir 10 numara gibi (10 numara oynamamasına rağmen) orta sahanın top çıkarmasına yardımcı oldu, kanadında savunmasını da yaptı ve az sayıda Fenerbahçe ataklarının hemen hemen hepsinde kilit rol üstlendi. Daha ilk resmi maçında oynadığı bu futbol takıma iyice ısındığında göstereceği performansı heyecanla beklememizi sağlıyor.


Maçın bir diğer yıldızı da Volkan'dı. Kalede Volkan yerine Turkcell Süper Lig'deki başka bir kaleci olsa maçın 2-2 bitmesi olanaksızdı. Defansın tel tel döküldüğü bu maçta Fenerbahçe Kadıköy'e avantajlı bir şekilde dönüyorsa burada en büyük övgüyü hak eden Volkan'dır. Bekir ilk goldeki hatasıyla, Önder de maç boyu yaptığı hatalarla kafa olarak maça hazır olmadıklarını kanıtladılar. Ben ikisinin de Fenerbahçe'nin ilk 11 oyuncusu kesinlikle olmadığını düşünürken sezonun en önemli maçlarından birinde ikisini de sahada görmek üzücü. Bilica stil itibariyle Fenerbahçe'ye uygun olmayan bir oyuncu ancak ikinci yarıda takım 10 kişi kalıp kapanınca Sivasspor günlerinden manzaralar izletti bizlere. Savunmanın son halkası Dos Santos konusundaysa Aykan'ın hazırlık maçı sonrası yaptığı yoruma katılıyorum, sanırım kilo almış ve yavaşlamış, sezon başı antrenmanları eski formuna dönmesi için çok önemli, Fenerbahçe'nin Santos'un geriden çıkışlarına çok ihtiyacı var bu sezon.

Baroni'yi sahada hiç görmedim, Alex'se rakibin farklı tarzı karşısında beklenenin altında kaldı. Kazım konusundaysa hiçbir şey demiyorum umarım bu Fenerbahçe formasını son kirletişi olur, ben bu kadar lakayıt bir oyuncu görmedim.


Aykut Kocaman, elindeki kadroyla yapabileceğini yaptı, eleştirebileceğim tek değişiklik 87 de Emre yerine Deivid'in girmesiydi, Emre ne kadar yorgun olursa olsun Deivid'den iyi savunma yapacağı kesindir.

Young Boys takımı, benim beklentilerimin de üstünde bir hücum futbolu oynadı. Özellikle ilk yarıda çok koştular ve isabetli paslar yapıp tehlikeli bölgeye çabuk gelip pozisyonlar buldular. Maç sonunda 11 gol pozisyonuna girdiklerini görüyoruz, direkten dönen toplar ve boş kaleye auta atılarak harcanan birçok net fırsatları vardı.

Fenerbahçe, Kadıköy'de rakibini elbet eleyecek ama takımın iyi bir Lugano'ya, Gökhan'a ve bir her ne kadar Semih'i çok sevsem de bir santrafora ihtiyacı var.

27 Temmuz 2010 Salı

Galatasaray Yeni Sezon Formaları


Aslında formaların genel hatları uzunca bir süreden beri belliydi, ancak resmileşmesini bekliyorduk işlerin. 365G24S sloganıyla duyrulan formaların tanıtımı için başlatılan geri sayımı bugün bitti ve yeni formalarımıza kavuştuk. Basında somon diye duyrulan formamız 2289 Mercan, arslan forma ve klasik parçalı formalar bu seneki formalarımız. Ben en çok arslan formayı beğendim ve onu almayı düşünüyorum ama genel olarak bütün formalarımızı beğendim. Parçalı Metin Oktay ve GS'yle bütünleşmiştir ve her sene çıkması gerek bana göre. Özellikle tanıtım filmi çok iyiydi parçalı formanın, o videoyu izleyip de duygulanmayacak, Galatasaraylılığıyla gurur duymayacak bir Galatasaraylı yoktur bana göre. Her ne kadar çok başarılı bir parçalı olmayan geçen sezonun tasarımının bu sene de devam etmesi üzücü olsa da parçalıya lafımız yok. Arslan forma ise dediğim gibi benim favorim, tanıtım filminde formanın anlamı göğüsteki arslan figürü üzerinden iyi anlatılmış. Rengi de ben beğendim, yıllardır sarı forma da görmek isteyen biri olarak sarıya da uzak olmayan tonuyla kırmızıya yakışmış. Çok yazılıp çizilen, somon denilen pembe denilen 2289 Mercan ise alternatif forma olarak hoş bir tasarım ve bana göre geçen seneki mordan daha güzel. Tanıtım videosunda Galatasaray ruhuna gönderme yapılması da hoş olmuş formaya duyulan sempatiyi arttırması açısından. Pazarlama AŞ. nin de çabalarıyla GS bu merchandising işinde iyi çalışmaya başladı, 365g24s.com üzerinden yapılan tanıtım da satışları arttıracaktır diye umuyorum...

22 Temmuz 2010 Perşembe

Galatasaray 0-1 Fenerbahçe


Dün gece Spor Toto Dostluk Kupası adı altında 2 takım da sezon öncesi hazırlık maçlarının en ciddisini oynadılar Almanya'da. Galatasaray hala yapılmamış transferler nedeniyle yedek ağırlıklı oynarken, Fenerbahçe bana göre ideal kadrosundan çok da farklı olmayan bir kadroyla çıktı sahaya. Bunda Aykut Kocaman'ın ilk derbisi olması itibariyle kendini kanıtlama isteği de etkiliydi, fazla macera aramadı Fenerbahçe. Sonuçta bir hazırlık maçı bu, fazla detay yorum yapmak ne kadar doğru olur bilemiyorum ama önce kısaca bir Fenerbahçe'ye değinelim, sonra bu maçın ışığında Galatasaray'ın seneye ne oynayıp ne oynayamayacağını değerlendiririz.


Fenerbahçe'nin hazırlık maçlarından da gördüğümüz kadarıyla en büyük eksiği stoper ve forvet mevkilerinde. Bugün 2 eksik de fazla ön plana çıkmadı, erken gelen kırmızı kart ve sonrasında bulunan golden sonra Fenerbahçe ileri çıkmadı, defansı iyice birbirine yaklaştı ve yavaşlıkları gözükmedi. İleride gol aramadığı için de forvet sıkıntısı çekmedi. Yani biraz abartılı bir ifadeyle kırmızı kartın sonrasında gelen golle Fenerbahçe için avantaja dönüştüğünü söyleyebiliriz. Ama eğer bu maçın dolduruşuyla Lugano'nun yanına stoper almazlarsa başları çok yanar Bilica şerefsiziyle. Andre Santos çok kilo almış ve çevikliğini kaybetmiş, ama tabii ki yetenekleri duruyor ve güzel bir gol attı. Kilo verip beli inceltmesi lazım. Kalede de Volkan dışında oyuncusu yok Fener'in, Volkan'ın da bugün yaptığı hatayla dengesiz bir oyuncu olduğu görüldü. Volkan'ın sakatlık veya ceza durumlarında sıkıntı çekmemek için oraya da bir takviye şart. Orta sahada Baroni'yi hiç beğenmiyorum, sağ açıkta Kazım varken Dia alınıyorsa Baroni'nin yerine de adam alınmalı ama hiç zannetmiyorum. Hem Selçuk da var orda, Aykut hoca az bile söyledi demiş Köln maçından sonra, bu maçtan sonra da ayağım takıldı hakemin ayağına demiş, Galatasaraya da gol atmıştı ne güzel oyuncu işte.. Forvette Fenerbahçe Gyan'la anlaştı deniliyor, ben Dia-Gyan-Stoch 3lüsünün hız, güç ve yetenek olarak Türkiye standardının üstünde başarılı bir hücum hattı oluşturacağını düşünmekteyim. Küçük maçlarda Alex de bu 3lüye katılarak skor arttırılabilir, ama büyük maçlarda büyük risk olur orta sahayı 2 oyuncuya bırakmak (her ne kadar 3 oyuncunun da defans yardımı olsa da), dolayısıyla Aykut Kocaman'ın Alex'i yavaş yavaş daha az değerlendirme planı olabilir. Bu da kaç senedir Alexspor takılan Fenerbahçe açısından iyi bir gelişme.

Galatasaray hakkında maçtan alınacak dersler daha fazla. Önce yeni transferlere değinelim. Ali Turan sağ bekte geçen seneki performansının çok altındaydı, futbolsuz geçen 6 aydan olumsuz etkilenmiş olması doğal. Orta sahada Cana henüz hazır değil, birkaç felaket pas tercihi de oldu ve hemen Mustafa Sarp'tan iyi değil şeklinde eleştirilere başladı çok bilen medyamız. Musa bana göre onun futbol yapısına oranla çok hücumcu bir görevdeydi bugün, her ne kadar ceza sahasına sürpriz girişleri+boyuna göre iyi kafa vuruşları olsa da o rolde oynayamaz bana göre Musa. Ancak oyuncunun 92'li olduğunu unutmayalım, Rijkaard da büyük maçta vereceği performansı görmek istemiştir diye tahmin ediyorum. Forvette Mehmet Batdal karşısındaki stoperlere zaman zaman fizik olarak üstünlük sağlasa da yeterince etkili olamadı, yakaladığı tek net pozisyonda da bencillik yapınca gol bulamadı. Gelelim maçın en iyilerinden Serdar Özkan'a. İlk yarı o da takımın pasif futboluna uyum sağlamıştı, ancak 2. yarı Arda'yla birlikte takımın bir şeyler yapan 2-3 oyuncusundan biriydi. Özellikle sol kanada geçtikten sonra Bekir'i perişan etti orda ve yeteneklerini bize tekrardan hatırlattı. Dediğim gibi Galatasaray'da 11 oynayacak mentale sahip olduğunu düşünmesem de yedekten etkili performans gösterecek oyunculara ihtiyaç var.


Stopere transfer lazım, ancak Servet'i satamadığımız için sanırım oraya takviye gelmeyecek (veya üst düzey bir takviye gelmeyecek). Bugün oynayan ikiliden birinin Neill'ın partneri olacağını düşünüyorum ben, Hakan da sol bekteki yerine geri dönecektir. Bugün Servet kendini toparlamış gözüktü bana, biraz daha düşük profille oynayıp gereksiz toplar yapmazsa kaliteli bir oyuncu olduğunu biliyoruz zaten. Gökhan Zan ise iyi oyuncu olsa bile sakatlık problemi yüzünden takımı onun üzerine kurmak mümkün değil ne yazık ki. Geçelim orta sahaya. Bu maçta da görüldü ki Galatasaray'ın en büyük sıkıntısı ön liberosuyla hücum hattına yakın oynayan orta saha oyuncusu arasında köprü görevi görebilecek çift yönlü bir oyuncu (=box to box). Sarp'ın bu görevi yerine getiremediğini geçen sene de gördük, bugün de ilk yarıda yine yetersizliğini gösterdi. Ayhan kadroda bu görevi az çok yapabilen tek oyuncu ama o da yaşı ve geçen seneki performansı nedeniyle güvenilmez ama bugün Sarp'tan iyiydi. Barış sağ kanatta fena bir performans sergilemedi bana göre, teoride box to box oynayabilecek bir oyuncu olmasına rağmen ortada geniş alanda mevkisini çok kaybediyor, takımın geri kalanı da işlemeyince defoları çok gözüküyor, sağdaysa bu eksikleri daha az belli oluyor. Son 10 dakikada oyuna giren Cumhur'sa bana göre Cana'nın yedeği olarak düşünülmeli A takımda, düzgün ve çalışkan bir çocuk ve altyapıdan yetişmesi de önemli bir artı. Bir diğer iyi performans da sol bekte Serdar'dan geldi, ters kanatta olmasına rağmen Kazım'a geçit vermedi ve umut verdi.


Ve gelelim Arda'ya. Arda bugün ilk yarıda da 2. yarıda da takımın en önemli ve çoğu zaman tek silahıydı. Her top Arda'yla buluşturuldu, Arda'ya göre pozisyon alındı ve o ne yapacak diye beklendi. Arda da bize gösterdi ki futbol topuyla yetenekleri o sahadaki herkesin fersah fersah üzerinde. İlk yarı sol açık oynadı Arda, 2. yarıysa genelde ortaya geldi. Geçen sezondan beri söylüyorum, Arda Galatasaray'da sol açık oynamamalı. Birincisi bizim taktiğimizde kanat oyuncularından beklediğimiz skorer katkıyı veremiyor (şut çalışmış belli ki ama hala topa sert vurmaya alışamamış), 2.si beli çok kalın olduğundan yeterince hızlı değil (bel de biraz incelmiş ama o konuda alınacak çok yol var). Dolayısıyla Arda orta sahanın ortasında, forvetin hemen arkasında oynamalı. Geçen sene ilk haftalarda gösterdiği performans ortada, Kalli zamanında orada oynadığı zaman gösterdiği performans ortada, bu adam doğal yeteneklerini en iyi şekilde gösterecek özgürlüğü forvet arkasında yakalıyor. Ben Rijkaard'ın da bu durumun farkında olduğunu düşünüyorum, geçen sene sol çizgiye döndükten sonra hem onun hem de takımın performansındaki düşüş ortada. Galatasaray önümüzdeki sezonda da 4 defans 3 orta saha 3 forvet oynamalı ama bu geçen seneki dizilişle ve geçen seneki oyuncu rolleriyle olmamalı. Bu konuda daha detaylı analizi aylar öncesinde başlattığımız inceleme yazısının son halkasında değineceğiz, ama transferleri beklemekten yazı sarktıkça sarkıyor. Transferleri yine kampa yetiştiremeyen Adnan Sezgin'e de sevgi ve saygılarımı sunuyorum..


Dostluk anlayışımızı da bugün yine tüm dünyaya gösterdik. Kendimizi rezil etmeyi iyi biliyoruz. En kavgasız maçımız böyle olsun. Amin (!)

21 Temmuz 2010 Çarşamba

Kocaman Aykut ve Fenerbahçe'si

Hazır akşam "derbi" varken, uzun süredir blogda pek yer bulamayan Fenerbahçe'nin son durumuna da değinelim. Önce takımın hem teknik hem sportif direktörü Aykut Kocaman'dan başlayalım. Sürekli kaşları çatık, asker gibi fazla ciddi bir havası olan bir adama sempati duymam mümkün değil ne yazık ki. Gavurların "man management" dediği konuda eksiği olduğunu düşünüyorum bu bakımdan, kenarda sürekli kaşları çatık bir hoca oyuncusunu da saha içinde gerer. Ayrıca gazetelerde 5-2 biten Köln maçından sonra takımı haşladığı yönünde haberler de çıktı, ne olursa olsun bu bir hazırlık maçıdır ve hem oyun şablonu hem de oyuncular üzerinden deneme yapmak içindir; bu skor geldiyse başarısız olan ne sensin ne de oyuncular, denediğin oyun düzeni işlememiş demektir. Taktik ve oyun anlayışı olaraksa pozitif bir hoca, Ankaraspor'da oynattığı futbolu hepimiz hatırlıyoruz. Hem sportif hem teknik direktör yetkilerini elinde toplamış olması da ona kafasındaki oyun anlayışını oturtması konusunda yüzde 100 özgürlük tanıyor. Ama ben kendisinin özellikle ilk haftalarda gelebilecek birkaç başarısız sonuçtan sonra işinin çok zor olduğunu düşünüyorum. Oyuncularla iletişiminde sorunlar olabileceğini düşünüyorum ve bu oynatmak istediği futbolu da etkileyecektir. Ama medya ve taraftarlar çok memnun görünüyor başarısız (!) Daum ve Zico'dan sonra kendini ispatlamış, dünya çapında önemli teknik direktör (!) Aykut'un gelmesine, biz Galatasaraylı halimizle onların mutluluğunu bozmayıp takım değerlendirmesine geçelim.

Fenerbahçe takımında Alex'in varlığı takımın oyun düzenini direkt olarak etkileyen bir nokta. Alex varken sisteminizi onun üzerinden kuracaksınız ya da onu planlarınıza katmayacaksınız; ortası yok. Bu yüzden senelerdir 4-4-1-1 veya baklava 4-4-2 oynuyor Fenerbahçe. Günümüzde tek ön libero oynamak intihar olacağına göre tahminen 4-4-1-1 oynayacak yine Fenerbahçe Alex'i gözden çıkarmayacaklarını düşünürsek. Geçen sezon 2. yarıda bu taktiği kanat oyuncusu olmadan oynamak zorunda kaldılar, Kazım'ın gidişiyle. Dolayısıyla transferde önceliği kanatlara verdiler ve sola Stoch, sağa Dia takviyesi geldi. Stoch benim beğendiğim tarz bir oyuncu, ters ayakla içe dripling yapıp şut ve pas tehdidi yaratan oyuncular bana göre çok değerli bugünlerde. Dolayısıyla bize gelmemesine üzüldüm, Fener'de faydalı olacağını düşünüyorum. Ama faydalı olacak dediysem bir Hazard veya bir Krasic değil hiçbir zaman onu da hesaba katmak lazım. Gelelim dün açıklanan Dia'ya. Öncelikle, Fenerbahçe'ye geri dönen Kazım var sağ kanatta onu hesaba katmak lazım. Sonra stoperde oynayan Bilica'yı, Lugano'nun alternatifsizliğini; ön liberoda Baroni'nin etliye sütlüye karışmaz futbolunu göreceksin, forvet transferini yapacaksın, en son çok paran varsa Kazım'ın yerine adam alırsın. Dia kötü bir oyuncu değil, geçen sezon çıkış yapmış, süratli ve dripling yeteneği olan bir sağ kanat oyuncusu. Çok üst düzey olmasa da skor katkısı da verecektir Fenerbahçe'ye. Ama bana göre Fenerbahçe'nin öncelikli transfer hedefi olmamalıydı sağ kanada bir transfer.

Bu akşamki dostluk maçı hakkında en anlamlı sözü Alex söylemiş aslında, Fenerbahçe ile Galatasaray arasında bir dostluk yok ki diyerek. Gerçekten de son yıllarda iyiden iyiye savaş halini aldı bu rekabet ve dışarıdan da bu izlenimi veriyoruz. 2 takımın da maçın herhangi bir hazırlık maçından farksız olduğunun farkında olması gerekirken taraftar baskısıyla birbirlerini yoracaklar. Bu tip organizasyonları samimiyetsiz buluyorum ama skor tahmini yapayım eğlenceli olsun. İki takımın da savunmada ve kalede sıkıntıları gollü geçer bu maç, 2-2 biter diyelim.. GS'nin golleri de Batdal'la Barış'tan :)

19 Temmuz 2010 Pazartesi

Juan Pablo Pino Galatasaray'da

Kewell'ın takımda kalışını yorumladığım yazıda o transferin Pino transferini gereksiz kıldığını söylemiştim. Pino 23 yaşında, Kolombiyalı yetenekli bir futbolcu. Dürüst olayım, hiç izlemedim Galatasaray'a transfer olmadan önce. Adını duymuştum ama izlemediğimden dolayı çok da tanıdığım bir oyuncu değil. Bu yüzden transferinin gereksiz olduğunu savunmuştum önceki yazıda. Eğer ilk 11 oyuncusu olarak düşünülüyorsa, şu ana kadar istikrar yakalayamamış ve sakatlık sorunları yaşamış bir futbolcunun tercihi büyük risk. Eğer yedeğe düşünülüyorsa, yine hücum hattının her bölgesini yedekleyen bir Kewell varken takımın diğer eksiklerine oranla fazlalık. Ama cüzi bir bonservis ödendiği düşünülürse, aslında bu tarz gelecek vaadeden oyuncuların alınması doğru bir adım kulüplerimiz açısından. Pino'nun, okuduklarımızdan (ki Uğur Meleke'nin umut verici bir yazısı var kendisi hakkında, buyrun link ) Youtube'dan (!) ve FM'den anladığımız kadarıyla oyuncunun potansiyeli büyük. Sonraki paragrafta oyuncunun özelliklerini de bu kaynaklardan öğrendiğim kadarıyla anlatacağım, sonuçta benim oyuncuyu tanımadan, Keita'nın gidişinin ardından oluşan beklenti ve hayal kırıklığının etkisiyle yorum yapmam doğru olmaz.

Modern futbolda yıldız tanımı değişime uğradı. Eskisi gibi frikikten topu 90'a yollayan, müthiş bir tekniği olan yıldızlardan çok; topla birlikte hızlı dripling ve pas yapabilen, oyun içerisinde sürekli etkinliği olan ve etkili şut çekebilen oyuncular yıldız muamelesi görüyor günümüzde. Son zamanlarda Avrupa'da çıkan yıldız adaylarına bakınca dediğim daha kolay anlaşılacaktır; Hazard, Balotelli ve hatta Dos Santos bu yeni tipin örnekleri. Pino da bu tip bir oyuncu. Asli mevkii sağ açık olmasına rağmen hücum hattının her yerinde oynayabilir. Resmi sitede de vurgulandığı gibi lakabı El Mago, sihirbaz anlamına geliyor. Bu lakap kendisine aynı anda 3'ten fazla oyuncuyu çalımlayabilme özelliğinden dolayı verilmiş. El Mago'yu izler izlemez doğuştan gelen yeteneklerini anlayabiliyorsunuz, ortalamanın üstünde bir hıza ve topla her 2 ayağıyla da dripling yapabilme kabiliyetine sahip. Kendi ekseni etrafında çok çabuk dönebiliyor, çevik ve ani hareketleriyle kolay adam geçiyor yani bu konuda bize Keita'yı aratmayacaktır. Boyu uzun değil ve dolayısıyla hava hakimiyeti pek yok ama çok zayıf bir oyuncu değil, ikili mücadelelerde dengesini iyi koruyor. Ayrıca zeki bir oyuncu, attığı frikik golünü izlerseniz kaleye vuruştan önce sinsice bir bakış fırlatıyor, kaleciyi önde görünce avlayıveriyor :) Dripling yeteneğinden bahsedip durduk, geçen sene Dos Santos'un müthiş hareketlerden sonra bal yapmayan arı misali kaçırdığı golleri hatırlayanlar şutlarını merak ediyordur. Uzaktan her 2 ayağıyla da ani ve etkili vuruşlar çıkarabiliyor Pino. Ancak bunun dışında gol vuruşları çok da etkili değil, dolayısıyla üst düzey bir skorer performansı göremeyebiliriz. Bunun dışında internette oyuncunun negatif yönlerine pek değinilmese de ben biraz kafasını kaldırıp arkadaşlarına bakma konusunda eksik gördüm Pino'yu. Pozisyonu fazla zorluyor ve nadiren pas düşünüyor, bu da hem oyuncunun hem de takımın verimini düşürüyor. Bu açıdan bencil bir oyuncu Pino.

Sonuçta dediğim gibi, bu transfer eğer ilk 11'eyse (ki büyük ihtimalle öyle) risk anlamı taşıyor gelecek sezonki Galatasaray açısından. Ama oyuncunun yeteneği ve potansiyeli ışığında verilen para çok değil. Ve bu kumar tutarsa Galatasaray açısından çok büyük bir kazanç olur. Transferin Rijkaard'ın onayı olmadan gerçekleşmesine ihtimal vermiyorum, dolayısıyla Rijkaard'a güvendiğim için oyuncuya da güveniyorum. Umarım Galatasaray'ımız için verimli bir transfer olur, Carrusca değil de Ribery olacağını umut ediyorum.