Bunun üzerine bu şikayetler yönetime kadar geldi. Yönetim o dönem Hagi'yi takımın başına taraftara iyi gözükmek için getirmişti zaten, takımın başında uzun süreli olarak düşünülmüyordu. Hagi'den daha ılımlı olması istendi ama Hagi takımdaki sorunları köküne kadar biliyordu ve taviz verirse takımın kontrolünü kaybedeceğinin farkındaydı. Bunun üzerine yönetim Hagi'nin kalemini kırdı ve onu göndermeye karar verdiler. Galatasaray tribünlerini, benim gözümün gördüğü en büyük Galatasaray efsanesi aleyhinde bağırttılar. Hırsızsınız olayını abartarak medya yoluyla taraftarı Hagi'ye düşman ettiler. Ve onun kellesini aldılar. Yerine gelen isim Erik Gerets'ti. Hücum futbolunu benimseyen Gerets geldiğinde saçları siyahtı. Gittiğinde ise çökmüş ve 4-5 yaş almış gibiydi adeta. Yönetimin ve futbolcuların isteklerine fazlasıyla boyun eğdi, oyuncularını motive edebilmek adına buna da ihtiyacı vardı aslında. Nitekim Galatasaray o dönem "sarıyla kırmızıyla alnımızın akıyla" sloganıyla rekor puan alarak şampiyon oldu. Her ne kadar gelen sportif başarılarla takımın sorunları fazla ön plana çıkmasa da o dönem de mevcuttular aslında. İpler bazı futbolcuların elindeydi, gelen yabancılar ya onlara biat ediyor ya da takımda kalıcı olamıyorlardı. Türk oyuncularının eline bakan Galatasaray bir sonraki sezon aynı performansı yakalayamayınca hoca da kovuldu tabii ki. Bu dönem Adnan Polat'ın da Canaydın yönetiminin ardından Galatasaray'ın başkanı olduğu döneme denk geliyordu. Başkan Polat bu sorunların farkındaydı ve Galatasaray'ın eski başarılarına kavuşabilmesi için Türk oyuncuların bu hegemonyasından kurtarılması gerektiğini düşünüyordu. Bu konuda da güvendiği isim Karl Heinz Feldkamp'tı. Feldkamp gelir gelmez Alman disiplinini uyguladı takıma. Ağır idmanlar yaptı ve her hareketiyle takımın kontrolünün kendi elinde olduğunu göstermeye çalıştı. Bunun için gerekli gördüğünde Hakan Şükür'ü kadro dışında bıraktı, takımı yeniçeri ağalarının eline bırakmamaya kararlıydı. Ama bu aşırı disipliniyle Lincoln gibi bir yıldızı da kaybetti. Ve belki de en büyük hatası bu oldu, eğer ona sahip çıksaydı tek başına takımı taşıyabilirdi ve 2. yarı Hakan Şükür önderliğinde başlayan genel mutsuzluk haline karşı bir dayanağı olurdu Kalli'nin. Oyuncular oynamayınca Kalli istifa etmek zorunda kaldı ve sezonun geri kalan haftalarında yönetim kağıt üstünde Cevat Güler'de, gerçekte ise yeniçeri ocağının elindeydi.
Başkan Polat bu sorunu çözmek için öncelikle Hakan Şükür'e jübile teklif etti. Yeniçeri ağasını takımdan tasfiye ederek ocağı yok edebileceğini sanıyordu. Hakan bunu kendisine hakaret olarak aldı, daha 40 yaşına bile gelmemişti, ne jübilesiydi (!). Ve istemeye istemeye takımdan ayrıldı. Yönetim takımın başına yetenekli bir taktisyen olan ama otoriter bir isim olmayan Skibbe'yi getirdi. Bunda amaç ipleri elinde tutabilmekti. Bir yandan da Lincoln kazanılarak, yanında Kewell, Baros, Meira gibi isimlerle takımın yerlilere bağımlılığından kurtulması hedefleniyordu. Ancak yönetim Skibbe'nin bu iş için yanlış olduğunu çabuk anladı. Çünkü Skibbe her ne kadar yetenekli bir teknik direktör olsa da oyuncularıyla iletişimi arkadaş gibiydi. Bu da takımda otoritenin içeriden veya dışardan takım üzerindeki etkinliğini koruyan Uefa Kupası kadrosu ve Fatih Terim üzerinden yerli oyuncuların elinde olmasını tetikledi. Ama Skibbe'nin oynattığı hücum futbolu felsefesinde bu yerlilere yer yoktu zaten. İleride KLAB dörtlüsüyle Galatasaray 2. yarıya girilirken hem ligde hem de Uefa'da tam gaz ilerliyor ve Kadıköy'de 2. Uefa Kupası parolasıyla yürüyeduruyordu. Ancak sakatlıklar ve cezalılar, devre arasında rotasyona oyuncu takviyesi de gelmeyince Skibbe mecburen taktiğine uymayan yerlilerin eline bakıyor, üstüne Meira'nın da satılmasıyla defansta alternatifsiz kalıyordu. Alınan Kocaeli mağlubiyeti onun Galatasaray kariyerinin sonu oldu ve yönetim, zamanında Hagi'yle yaptığı gibi Bülent'i getirerek taraftarı yanına almayı hedefledi. Bülent Korkmaz ne yazık ki, Uefa kupasını kazanan kadronun en hazımsız üyelerindendi. Gençlerbirliği'nde antrenörken geçirdiği kolun aslında yönetime değil, onu Bülent Korkmaz yapan Galatasaray taraftarına koyduğunu bile düşünmedi. Geldiğinde de sezonun bitmesine o kadar az süre kalmışken devrim yapmaya çalıştı. Bütün sezon yoğun teknik-taktik antrenman yapıp fizik antrenmanı akıl futbolu felsefesi doğrultusunda normalden aza indiren Galatasaray'a Fatih Terim'in koşun evlatlarım futbolunu oynatmaya çalıştı. Ki her şeye rağmen o dönem Skibbe döneminde yatan bazı oyuncuların gösterdiği insanüstü mücadele de dikkat çekiciydi. Ama bu çağdışı felsefeyle Galatasaray Bordeaux'yu Sabri'nin son dakika golüyle geçse de, bir sonraki turda attığı golü savunamayıp Hamburg'a elendi. Ligde de başarı gelmeyince Bülent Korkmaz'ın Galatasaray kariyerinin bu kısa dönemle son bulacağı belli oluyordu. Ama Bülent gitmeden 2 icraatıyla yerli çetesini güçlendirmeyi de başarıyordu, öncelikle sezon boyu mükemmel oynayan Lincoln'ü taraftarın önüne atıyor, sonra da giderayak yeniçeri ocağına Mustafa Sarp takviyesini yapıyordu.
Ve geçen sezona gelelim. Adnan Polat'ın aklında hala bir devrim isteği vardı aslında. Kurnaz bir adam Adnan Polat, bir önceki sezondan ders alarak Rijkaard gibi ismi kolay kolay yıpratılamayacak bir ismi takımın başına getiriyor ve yerli Barcelona felsefesiyle yola çıkıyordu. Franco, Keita, Elano transferleriyle de takım yıldızlar topluluğu haline geliyor ve şampiyonluğun Fenerbahçe ile birlikte en büyük favorisi olarak gösteriliyordu. Ancak şanssızlıklar ve kritik yönetim hataları geçen seneyi de çöpe attı ve bugünkü hale getirdi. Birinci yönetim hatası Arda'nın kaptanlığına getirilmesiydi. Arda'dan olgunlaşmasını, kendisini futbolcu eskilerinin elinden kurtarıp takımın lideri olarak konumlandırmasını umdu Adnan Polat. Onu kendi kanatları altına alarak korumaya çalıştı. Ama o böyle yaptıkça Arda şımarık bir çocuk gibi kendini büyük görmeye ve takımı baltalamaya başladı. Birleştirici karakterden hep uzaktı, takımda kaptanlık görevini gerektiği gibi yerine getiremedi. 2. yönetim hatası Skibbe döneminden ders almayarak rotasyonu boş bırakmaktı. Orta saha ortasına ve savunmaya Linderoth ve Gökhan Zan'a güvenilerek takviye yapılmaması özellikle ligin ikinci yarısında Galatasaray'ın rakibine üstünlük kuramayan görüntüsünde çok etkili oldu. Şanssızlıklara değinirsek, Baros'un sakatlığı, Linderoth'un iyileşememesi, Jo'nun yönetilememesi gibi sebepler Galatasaray'ı şampiyonluktan ve Şampiyonlar Ligi'nden etti.

Nisan ayından beri Galatasaray'ın eksikleri belli. Rijkaard yönetime rapor vererek 1 kaleci, 1 savunma oyuncusu, 2 de ortasaha oyuncusu istediğini söylüyor. Geçen sezon kritik anlarda takımı yakan ve yeterli performans veremeyen Keita, Elano gibi oyuncuların satışına da bu transferlerin yapılması şartıyla izin veriyor. Ancak şu anki tabloya bakıldığında bu eksiklerden hiçbirinin tam anlamıyla kapatılmadığını görüyoruz. Geçen sezonun yedekleri bu sezonun as oyuncuları oluyorlar. Galatasaray hem saha içinde hem saha dışında aciz bir takım görüntüsü çiziyor, Sivasspor yöneticisi dallamanın biri çıkıp, Bursaspor bu hafta karşısında Galatasaray gibi zayıf bir ekip bulmayacak, diyebiliyor ve cevap verilemiyor. Extensor'un da dediği gibi Sezer Öztürk haftasonu Galatasaray karşısında açık favoriyiz dediğinde Arda çıkıp cevap veremiyor, şu an kötü durumda olabiliriz ama biz büyük camiayız toparlanırız, bugün bu sözleri söyleyenler 2. yarı Sami Yen'de 4-5 yiyince adam olurlar diyemiyor. Sahada Galatasaray'ın yabancıları rakipten oyuncuyla rakibe saldıran, arkadaşını sonuna kadar koruyan delikanlı oyuncular yok bu takımda. Galatasaray'ın hakkı, Galatasaray'ın ismi korunamıyor. Basında 3 kuruşluk adamlar Galatasaray teknik direktörüne, Galatasaray oyuncusuna sallıyor kimse bir şey diyemiyor. Hocasına açık açık gider yapan Servet takımın 11 oyuncusu yapılmak zorunda bırakılıyor. Gözbebeğimiz Arda Fatih Terim'in takımın başına gelmesi için canını dişine takıyor, sahada ise yokları oynuyor. Karpaty yenilgisinden sonra kaptanı olduğu takımın otobüsüne binmeyip taksiyle evine gidiyor. Bütün bu kirli oyunlardan zarar gören ise sadece Galatasaray oluyor. Biz hala sahadaki futbolu, yapılmayan transferi değerlendirmek isteyenler, çok safız sanırım. Çünkü Galatasaray bu saatten sonra ne yaparsa yapsın, kimi getirirse getirsin, saha içinde ve dışındaki bu kirli oyunlar mide bulandırıyor. 105 yıllık kulüp, iç çatışmalar yüzünden piç ediliyor.