30 Temmuz 2010 Cuma

Galatasaray 2-2 OFK Belgrad


Yıllar önce Ali Sami Yen Galatasaray'ın kuruluş amacını şu cümleyle belirlemişti: ''Maksadımız İngilizler gibi toplu bir hâlde oynamak, bir renge ve bir isme mâlik olmak ve Türk olmayan takımları yenmek.'' Yıllar sonra Galatasaray Ali Sami Yen'in ölüm yıldönümünde Sami Yen'e veda edeceği sezonu Sami Yen'de bir Avrupa maçıyla açıyordu Galatasaray..

Galatasaray'ın sahaya çıkan kadrosu üzerinden Rijkaard'a çakanlara gülüyorum. Musa Çağıran hariç neden yok diyebileceğiniz bir oyuncu yoktu (sakatlıklar ve ha
zır olmama durumları yüzünden), Musa'nın da 92'li olduğunu ve FM oynamadığımızı fark etmek gerek. Tam olarak düşündüğüm dizilişle çıkmadı Galatasaray sahaya, ancak geçen seneki oyuncu rolleriyle de çıkmadı. Ortada Ayhan defansa biraz daha yakındı, sanırım 34 yaşında da olsa pas yeteneğini kullanarak topu ileriye daha çabuk taşımayı hedeflemiş Rijkaard. İlk yarıda rakibin üzerinde büyük bir baskı kuruldu ve atılan bir golün dışında birçok da pozisyon kaçtı. Pozisyonların kaçmasında önemli bir konu 2 kanatta oynayan oyuncunun da winger tarzı oyuncular olması, ters kanattan gelişen ataklarda forveti 2leyecek özelliklere sahip olmamasıydı. Yine de Galatasaray atakları genelde bu oyuncular üzerinden gelişti, özellikle Arda Turan. Serdar Özkan da istekliydi ve mücadele etti ama mental eksikleri verimliliğini etkiledi. En uçta Mehmet Batdal fiziğiyle girdiği 1-2 pozisyon harici etkisizdi, hem yavaş kaldı hem de top kontrollerinde sorun yaşadı. Ancak bu baskıya rağmen top rakibe geçtiğinde rakip kalemize kolaylıkla geliyordu, bunda da orta saha ve savunma oyuncularımızın topa sert olmaktansa rakibe gölge presi yapmaları etkiliydi.


2. yarıda da 75. dk'ya kadar GS atakları vardı. Mehmet Batdal'ın yerine oyuna giren Kewell, oyun zekasıyla bile farklılık yarattı ve merkez forvetin nasıl oynaması gerektiğini gösterdi. Özellikle Pino'ya attığı paslar harikaydı. Pino'ya gelirsek, Serdar Özkan'daki mental eksiklerin onda da olduğunu düşündüğümü belirtmek lazım. Fiziksel ve teknik yetenekleri ortada, herkes görmüştür ne kadar çabuk bir oyuncu olduğunu ama onun da son tercihlerinde hatalar vardı. Tabii ki tek maç üzerinden değerlendirme yapmak adil değil, sonuçta 2. golümüzde de önemli payı vardı Pino'nun. Ve gelelim 2. gole. Kewell-Pino-Arda işbirliğiyle bulunan golden sonra GS'nin topa sahip olarak oyunu yavaşlatması ve aktif dinlenmesi gerekiyordu sahada. Ama bunlar teoride kaldı. İstediğini alan Galatasaray bunu korumanın tek yolunun geri çekilmek olduğu düşüncesine kapıldı ve 2 saçma salak gol yedi. 2 golde de Aykut'un direk hatası vardır, 2. golde Neill ve Servet'in de yine 1. dereceden hatalı olduklarını belirtmek lazım. Maç bir bakıma dünkü Young Boys Fenerbahçe maçının bir benzeri oldu, rakibe oyunun büyük bölümünde dominasyon kuran takım hak ettiği sonucu alamadı.

Maçın skorundan bağımsız olarak konuşuyorum, Galatasaray OFK Belgrad'ı deplasmanda çok çok rahat yenebilecek güce sahip. 1-2 oyuncuları dışında maç boyu fark yaratan bir adam yoktu rakip takımda. Ama önemli olan eksiklerden ders almak. Ben blogda kaleci gerek yazdım, Servet satılıp defansa oyuncu alınmalı yazdım, orta sahadaki eksikliği zaten görmeyen kalmadı. Bu şartlarda transferleri geciktirip de takımı bu kadroya mahkum eden yönetim 1. suçludur bu durumda bana göre. Adnan Polat da Rijkaard da maç boyu ve sonrası jest ve mimikleriyle sıkıntılı olduklarını gösterdiler. Onlar 1 sıkıntılıysa biz 1000 sıkıntılıyız. Takımdan da sezondan da umutluyum ama Steaua Bükreş geliyor aklımıza istemeden, hem Aykut hem de gelmeyen transferler yüzünden..

28 Temmuz 2010 Çarşamba

Young Boys - Fenerbahçe


Uzun süredir evden uzakta tatilde olmam nedeniyle yazı yazamamıştım, Fenerbahçe'nin ilk resmi maçıyla buna son vermek istedim. NBA Offseason hamleleriyle ilgili de bir yazı hazırlıyorum ve en yakın zamanda o postu da bitireceğim. Fenerbahçe'yle ilgili sözlerime maçın belki de tek yanından başlamak istiyorum, Miroslav Stoch. Tekniği, hızı, hırsı ve çabasıyla Fenerbahçe'nin yıldızıydı. Attığı golde yaptığı son vuruşunun yanında Gökhan Ünal'a attığı pas akıl doluydu. Maç içinde adeta tecrübeli bir 10 numara gibi (10 numara oynamamasına rağmen) orta sahanın top çıkarmasına yardımcı oldu, kanadında savunmasını da yaptı ve az sayıda Fenerbahçe ataklarının hemen hemen hepsinde kilit rol üstlendi. Daha ilk resmi maçında oynadığı bu futbol takıma iyice ısındığında göstereceği performansı heyecanla beklememizi sağlıyor.


Maçın bir diğer yıldızı da Volkan'dı. Kalede Volkan yerine Turkcell Süper Lig'deki başka bir kaleci olsa maçın 2-2 bitmesi olanaksızdı. Defansın tel tel döküldüğü bu maçta Fenerbahçe Kadıköy'e avantajlı bir şekilde dönüyorsa burada en büyük övgüyü hak eden Volkan'dır. Bekir ilk goldeki hatasıyla, Önder de maç boyu yaptığı hatalarla kafa olarak maça hazır olmadıklarını kanıtladılar. Ben ikisinin de Fenerbahçe'nin ilk 11 oyuncusu kesinlikle olmadığını düşünürken sezonun en önemli maçlarından birinde ikisini de sahada görmek üzücü. Bilica stil itibariyle Fenerbahçe'ye uygun olmayan bir oyuncu ancak ikinci yarıda takım 10 kişi kalıp kapanınca Sivasspor günlerinden manzaralar izletti bizlere. Savunmanın son halkası Dos Santos konusundaysa Aykan'ın hazırlık maçı sonrası yaptığı yoruma katılıyorum, sanırım kilo almış ve yavaşlamış, sezon başı antrenmanları eski formuna dönmesi için çok önemli, Fenerbahçe'nin Santos'un geriden çıkışlarına çok ihtiyacı var bu sezon.

Baroni'yi sahada hiç görmedim, Alex'se rakibin farklı tarzı karşısında beklenenin altında kaldı. Kazım konusundaysa hiçbir şey demiyorum umarım bu Fenerbahçe formasını son kirletişi olur, ben bu kadar lakayıt bir oyuncu görmedim.


Aykut Kocaman, elindeki kadroyla yapabileceğini yaptı, eleştirebileceğim tek değişiklik 87 de Emre yerine Deivid'in girmesiydi, Emre ne kadar yorgun olursa olsun Deivid'den iyi savunma yapacağı kesindir.

Young Boys takımı, benim beklentilerimin de üstünde bir hücum futbolu oynadı. Özellikle ilk yarıda çok koştular ve isabetli paslar yapıp tehlikeli bölgeye çabuk gelip pozisyonlar buldular. Maç sonunda 11 gol pozisyonuna girdiklerini görüyoruz, direkten dönen toplar ve boş kaleye auta atılarak harcanan birçok net fırsatları vardı.

Fenerbahçe, Kadıköy'de rakibini elbet eleyecek ama takımın iyi bir Lugano'ya, Gökhan'a ve bir her ne kadar Semih'i çok sevsem de bir santrafora ihtiyacı var.

27 Temmuz 2010 Salı

Galatasaray Yeni Sezon Formaları


Aslında formaların genel hatları uzunca bir süreden beri belliydi, ancak resmileşmesini bekliyorduk işlerin. 365G24S sloganıyla duyrulan formaların tanıtımı için başlatılan geri sayımı bugün bitti ve yeni formalarımıza kavuştuk. Basında somon diye duyrulan formamız 2289 Mercan, arslan forma ve klasik parçalı formalar bu seneki formalarımız. Ben en çok arslan formayı beğendim ve onu almayı düşünüyorum ama genel olarak bütün formalarımızı beğendim. Parçalı Metin Oktay ve GS'yle bütünleşmiştir ve her sene çıkması gerek bana göre. Özellikle tanıtım filmi çok iyiydi parçalı formanın, o videoyu izleyip de duygulanmayacak, Galatasaraylılığıyla gurur duymayacak bir Galatasaraylı yoktur bana göre. Her ne kadar çok başarılı bir parçalı olmayan geçen sezonun tasarımının bu sene de devam etmesi üzücü olsa da parçalıya lafımız yok. Arslan forma ise dediğim gibi benim favorim, tanıtım filminde formanın anlamı göğüsteki arslan figürü üzerinden iyi anlatılmış. Rengi de ben beğendim, yıllardır sarı forma da görmek isteyen biri olarak sarıya da uzak olmayan tonuyla kırmızıya yakışmış. Çok yazılıp çizilen, somon denilen pembe denilen 2289 Mercan ise alternatif forma olarak hoş bir tasarım ve bana göre geçen seneki mordan daha güzel. Tanıtım videosunda Galatasaray ruhuna gönderme yapılması da hoş olmuş formaya duyulan sempatiyi arttırması açısından. Pazarlama AŞ. nin de çabalarıyla GS bu merchandising işinde iyi çalışmaya başladı, 365g24s.com üzerinden yapılan tanıtım da satışları arttıracaktır diye umuyorum...

22 Temmuz 2010 Perşembe

Galatasaray 0-1 Fenerbahçe


Dün gece Spor Toto Dostluk Kupası adı altında 2 takım da sezon öncesi hazırlık maçlarının en ciddisini oynadılar Almanya'da. Galatasaray hala yapılmamış transferler nedeniyle yedek ağırlıklı oynarken, Fenerbahçe bana göre ideal kadrosundan çok da farklı olmayan bir kadroyla çıktı sahaya. Bunda Aykut Kocaman'ın ilk derbisi olması itibariyle kendini kanıtlama isteği de etkiliydi, fazla macera aramadı Fenerbahçe. Sonuçta bir hazırlık maçı bu, fazla detay yorum yapmak ne kadar doğru olur bilemiyorum ama önce kısaca bir Fenerbahçe'ye değinelim, sonra bu maçın ışığında Galatasaray'ın seneye ne oynayıp ne oynayamayacağını değerlendiririz.


Fenerbahçe'nin hazırlık maçlarından da gördüğümüz kadarıyla en büyük eksiği stoper ve forvet mevkilerinde. Bugün 2 eksik de fazla ön plana çıkmadı, erken gelen kırmızı kart ve sonrasında bulunan golden sonra Fenerbahçe ileri çıkmadı, defansı iyice birbirine yaklaştı ve yavaşlıkları gözükmedi. İleride gol aramadığı için de forvet sıkıntısı çekmedi. Yani biraz abartılı bir ifadeyle kırmızı kartın sonrasında gelen golle Fenerbahçe için avantaja dönüştüğünü söyleyebiliriz. Ama eğer bu maçın dolduruşuyla Lugano'nun yanına stoper almazlarsa başları çok yanar Bilica şerefsiziyle. Andre Santos çok kilo almış ve çevikliğini kaybetmiş, ama tabii ki yetenekleri duruyor ve güzel bir gol attı. Kilo verip beli inceltmesi lazım. Kalede de Volkan dışında oyuncusu yok Fener'in, Volkan'ın da bugün yaptığı hatayla dengesiz bir oyuncu olduğu görüldü. Volkan'ın sakatlık veya ceza durumlarında sıkıntı çekmemek için oraya da bir takviye şart. Orta sahada Baroni'yi hiç beğenmiyorum, sağ açıkta Kazım varken Dia alınıyorsa Baroni'nin yerine de adam alınmalı ama hiç zannetmiyorum. Hem Selçuk da var orda, Aykut hoca az bile söyledi demiş Köln maçından sonra, bu maçtan sonra da ayağım takıldı hakemin ayağına demiş, Galatasaraya da gol atmıştı ne güzel oyuncu işte.. Forvette Fenerbahçe Gyan'la anlaştı deniliyor, ben Dia-Gyan-Stoch 3lüsünün hız, güç ve yetenek olarak Türkiye standardının üstünde başarılı bir hücum hattı oluşturacağını düşünmekteyim. Küçük maçlarda Alex de bu 3lüye katılarak skor arttırılabilir, ama büyük maçlarda büyük risk olur orta sahayı 2 oyuncuya bırakmak (her ne kadar 3 oyuncunun da defans yardımı olsa da), dolayısıyla Aykut Kocaman'ın Alex'i yavaş yavaş daha az değerlendirme planı olabilir. Bu da kaç senedir Alexspor takılan Fenerbahçe açısından iyi bir gelişme.

Galatasaray hakkında maçtan alınacak dersler daha fazla. Önce yeni transferlere değinelim. Ali Turan sağ bekte geçen seneki performansının çok altındaydı, futbolsuz geçen 6 aydan olumsuz etkilenmiş olması doğal. Orta sahada Cana henüz hazır değil, birkaç felaket pas tercihi de oldu ve hemen Mustafa Sarp'tan iyi değil şeklinde eleştirilere başladı çok bilen medyamız. Musa bana göre onun futbol yapısına oranla çok hücumcu bir görevdeydi bugün, her ne kadar ceza sahasına sürpriz girişleri+boyuna göre iyi kafa vuruşları olsa da o rolde oynayamaz bana göre Musa. Ancak oyuncunun 92'li olduğunu unutmayalım, Rijkaard da büyük maçta vereceği performansı görmek istemiştir diye tahmin ediyorum. Forvette Mehmet Batdal karşısındaki stoperlere zaman zaman fizik olarak üstünlük sağlasa da yeterince etkili olamadı, yakaladığı tek net pozisyonda da bencillik yapınca gol bulamadı. Gelelim maçın en iyilerinden Serdar Özkan'a. İlk yarı o da takımın pasif futboluna uyum sağlamıştı, ancak 2. yarı Arda'yla birlikte takımın bir şeyler yapan 2-3 oyuncusundan biriydi. Özellikle sol kanada geçtikten sonra Bekir'i perişan etti orda ve yeteneklerini bize tekrardan hatırlattı. Dediğim gibi Galatasaray'da 11 oynayacak mentale sahip olduğunu düşünmesem de yedekten etkili performans gösterecek oyunculara ihtiyaç var.


Stopere transfer lazım, ancak Servet'i satamadığımız için sanırım oraya takviye gelmeyecek (veya üst düzey bir takviye gelmeyecek). Bugün oynayan ikiliden birinin Neill'ın partneri olacağını düşünüyorum ben, Hakan da sol bekteki yerine geri dönecektir. Bugün Servet kendini toparlamış gözüktü bana, biraz daha düşük profille oynayıp gereksiz toplar yapmazsa kaliteli bir oyuncu olduğunu biliyoruz zaten. Gökhan Zan ise iyi oyuncu olsa bile sakatlık problemi yüzünden takımı onun üzerine kurmak mümkün değil ne yazık ki. Geçelim orta sahaya. Bu maçta da görüldü ki Galatasaray'ın en büyük sıkıntısı ön liberosuyla hücum hattına yakın oynayan orta saha oyuncusu arasında köprü görevi görebilecek çift yönlü bir oyuncu (=box to box). Sarp'ın bu görevi yerine getiremediğini geçen sene de gördük, bugün de ilk yarıda yine yetersizliğini gösterdi. Ayhan kadroda bu görevi az çok yapabilen tek oyuncu ama o da yaşı ve geçen seneki performansı nedeniyle güvenilmez ama bugün Sarp'tan iyiydi. Barış sağ kanatta fena bir performans sergilemedi bana göre, teoride box to box oynayabilecek bir oyuncu olmasına rağmen ortada geniş alanda mevkisini çok kaybediyor, takımın geri kalanı da işlemeyince defoları çok gözüküyor, sağdaysa bu eksikleri daha az belli oluyor. Son 10 dakikada oyuna giren Cumhur'sa bana göre Cana'nın yedeği olarak düşünülmeli A takımda, düzgün ve çalışkan bir çocuk ve altyapıdan yetişmesi de önemli bir artı. Bir diğer iyi performans da sol bekte Serdar'dan geldi, ters kanatta olmasına rağmen Kazım'a geçit vermedi ve umut verdi.


Ve gelelim Arda'ya. Arda bugün ilk yarıda da 2. yarıda da takımın en önemli ve çoğu zaman tek silahıydı. Her top Arda'yla buluşturuldu, Arda'ya göre pozisyon alındı ve o ne yapacak diye beklendi. Arda da bize gösterdi ki futbol topuyla yetenekleri o sahadaki herkesin fersah fersah üzerinde. İlk yarı sol açık oynadı Arda, 2. yarıysa genelde ortaya geldi. Geçen sezondan beri söylüyorum, Arda Galatasaray'da sol açık oynamamalı. Birincisi bizim taktiğimizde kanat oyuncularından beklediğimiz skorer katkıyı veremiyor (şut çalışmış belli ki ama hala topa sert vurmaya alışamamış), 2.si beli çok kalın olduğundan yeterince hızlı değil (bel de biraz incelmiş ama o konuda alınacak çok yol var). Dolayısıyla Arda orta sahanın ortasında, forvetin hemen arkasında oynamalı. Geçen sene ilk haftalarda gösterdiği performans ortada, Kalli zamanında orada oynadığı zaman gösterdiği performans ortada, bu adam doğal yeteneklerini en iyi şekilde gösterecek özgürlüğü forvet arkasında yakalıyor. Ben Rijkaard'ın da bu durumun farkında olduğunu düşünüyorum, geçen sene sol çizgiye döndükten sonra hem onun hem de takımın performansındaki düşüş ortada. Galatasaray önümüzdeki sezonda da 4 defans 3 orta saha 3 forvet oynamalı ama bu geçen seneki dizilişle ve geçen seneki oyuncu rolleriyle olmamalı. Bu konuda daha detaylı analizi aylar öncesinde başlattığımız inceleme yazısının son halkasında değineceğiz, ama transferleri beklemekten yazı sarktıkça sarkıyor. Transferleri yine kampa yetiştiremeyen Adnan Sezgin'e de sevgi ve saygılarımı sunuyorum..


Dostluk anlayışımızı da bugün yine tüm dünyaya gösterdik. Kendimizi rezil etmeyi iyi biliyoruz. En kavgasız maçımız böyle olsun. Amin (!)

21 Temmuz 2010 Çarşamba

Kocaman Aykut ve Fenerbahçe'si

Hazır akşam "derbi" varken, uzun süredir blogda pek yer bulamayan Fenerbahçe'nin son durumuna da değinelim. Önce takımın hem teknik hem sportif direktörü Aykut Kocaman'dan başlayalım. Sürekli kaşları çatık, asker gibi fazla ciddi bir havası olan bir adama sempati duymam mümkün değil ne yazık ki. Gavurların "man management" dediği konuda eksiği olduğunu düşünüyorum bu bakımdan, kenarda sürekli kaşları çatık bir hoca oyuncusunu da saha içinde gerer. Ayrıca gazetelerde 5-2 biten Köln maçından sonra takımı haşladığı yönünde haberler de çıktı, ne olursa olsun bu bir hazırlık maçıdır ve hem oyun şablonu hem de oyuncular üzerinden deneme yapmak içindir; bu skor geldiyse başarısız olan ne sensin ne de oyuncular, denediğin oyun düzeni işlememiş demektir. Taktik ve oyun anlayışı olaraksa pozitif bir hoca, Ankaraspor'da oynattığı futbolu hepimiz hatırlıyoruz. Hem sportif hem teknik direktör yetkilerini elinde toplamış olması da ona kafasındaki oyun anlayışını oturtması konusunda yüzde 100 özgürlük tanıyor. Ama ben kendisinin özellikle ilk haftalarda gelebilecek birkaç başarısız sonuçtan sonra işinin çok zor olduğunu düşünüyorum. Oyuncularla iletişiminde sorunlar olabileceğini düşünüyorum ve bu oynatmak istediği futbolu da etkileyecektir. Ama medya ve taraftarlar çok memnun görünüyor başarısız (!) Daum ve Zico'dan sonra kendini ispatlamış, dünya çapında önemli teknik direktör (!) Aykut'un gelmesine, biz Galatasaraylı halimizle onların mutluluğunu bozmayıp takım değerlendirmesine geçelim.

Fenerbahçe takımında Alex'in varlığı takımın oyun düzenini direkt olarak etkileyen bir nokta. Alex varken sisteminizi onun üzerinden kuracaksınız ya da onu planlarınıza katmayacaksınız; ortası yok. Bu yüzden senelerdir 4-4-1-1 veya baklava 4-4-2 oynuyor Fenerbahçe. Günümüzde tek ön libero oynamak intihar olacağına göre tahminen 4-4-1-1 oynayacak yine Fenerbahçe Alex'i gözden çıkarmayacaklarını düşünürsek. Geçen sezon 2. yarıda bu taktiği kanat oyuncusu olmadan oynamak zorunda kaldılar, Kazım'ın gidişiyle. Dolayısıyla transferde önceliği kanatlara verdiler ve sola Stoch, sağa Dia takviyesi geldi. Stoch benim beğendiğim tarz bir oyuncu, ters ayakla içe dripling yapıp şut ve pas tehdidi yaratan oyuncular bana göre çok değerli bugünlerde. Dolayısıyla bize gelmemesine üzüldüm, Fener'de faydalı olacağını düşünüyorum. Ama faydalı olacak dediysem bir Hazard veya bir Krasic değil hiçbir zaman onu da hesaba katmak lazım. Gelelim dün açıklanan Dia'ya. Öncelikle, Fenerbahçe'ye geri dönen Kazım var sağ kanatta onu hesaba katmak lazım. Sonra stoperde oynayan Bilica'yı, Lugano'nun alternatifsizliğini; ön liberoda Baroni'nin etliye sütlüye karışmaz futbolunu göreceksin, forvet transferini yapacaksın, en son çok paran varsa Kazım'ın yerine adam alırsın. Dia kötü bir oyuncu değil, geçen sezon çıkış yapmış, süratli ve dripling yeteneği olan bir sağ kanat oyuncusu. Çok üst düzey olmasa da skor katkısı da verecektir Fenerbahçe'ye. Ama bana göre Fenerbahçe'nin öncelikli transfer hedefi olmamalıydı sağ kanada bir transfer.

Bu akşamki dostluk maçı hakkında en anlamlı sözü Alex söylemiş aslında, Fenerbahçe ile Galatasaray arasında bir dostluk yok ki diyerek. Gerçekten de son yıllarda iyiden iyiye savaş halini aldı bu rekabet ve dışarıdan da bu izlenimi veriyoruz. 2 takımın da maçın herhangi bir hazırlık maçından farksız olduğunun farkında olması gerekirken taraftar baskısıyla birbirlerini yoracaklar. Bu tip organizasyonları samimiyetsiz buluyorum ama skor tahmini yapayım eğlenceli olsun. İki takımın da savunmada ve kalede sıkıntıları gollü geçer bu maç, 2-2 biter diyelim.. GS'nin golleri de Batdal'la Barış'tan :)

19 Temmuz 2010 Pazartesi

Juan Pablo Pino Galatasaray'da

Kewell'ın takımda kalışını yorumladığım yazıda o transferin Pino transferini gereksiz kıldığını söylemiştim. Pino 23 yaşında, Kolombiyalı yetenekli bir futbolcu. Dürüst olayım, hiç izlemedim Galatasaray'a transfer olmadan önce. Adını duymuştum ama izlemediğimden dolayı çok da tanıdığım bir oyuncu değil. Bu yüzden transferinin gereksiz olduğunu savunmuştum önceki yazıda. Eğer ilk 11 oyuncusu olarak düşünülüyorsa, şu ana kadar istikrar yakalayamamış ve sakatlık sorunları yaşamış bir futbolcunun tercihi büyük risk. Eğer yedeğe düşünülüyorsa, yine hücum hattının her bölgesini yedekleyen bir Kewell varken takımın diğer eksiklerine oranla fazlalık. Ama cüzi bir bonservis ödendiği düşünülürse, aslında bu tarz gelecek vaadeden oyuncuların alınması doğru bir adım kulüplerimiz açısından. Pino'nun, okuduklarımızdan (ki Uğur Meleke'nin umut verici bir yazısı var kendisi hakkında, buyrun link ) Youtube'dan (!) ve FM'den anladığımız kadarıyla oyuncunun potansiyeli büyük. Sonraki paragrafta oyuncunun özelliklerini de bu kaynaklardan öğrendiğim kadarıyla anlatacağım, sonuçta benim oyuncuyu tanımadan, Keita'nın gidişinin ardından oluşan beklenti ve hayal kırıklığının etkisiyle yorum yapmam doğru olmaz.

Modern futbolda yıldız tanımı değişime uğradı. Eskisi gibi frikikten topu 90'a yollayan, müthiş bir tekniği olan yıldızlardan çok; topla birlikte hızlı dripling ve pas yapabilen, oyun içerisinde sürekli etkinliği olan ve etkili şut çekebilen oyuncular yıldız muamelesi görüyor günümüzde. Son zamanlarda Avrupa'da çıkan yıldız adaylarına bakınca dediğim daha kolay anlaşılacaktır; Hazard, Balotelli ve hatta Dos Santos bu yeni tipin örnekleri. Pino da bu tip bir oyuncu. Asli mevkii sağ açık olmasına rağmen hücum hattının her yerinde oynayabilir. Resmi sitede de vurgulandığı gibi lakabı El Mago, sihirbaz anlamına geliyor. Bu lakap kendisine aynı anda 3'ten fazla oyuncuyu çalımlayabilme özelliğinden dolayı verilmiş. El Mago'yu izler izlemez doğuştan gelen yeteneklerini anlayabiliyorsunuz, ortalamanın üstünde bir hıza ve topla her 2 ayağıyla da dripling yapabilme kabiliyetine sahip. Kendi ekseni etrafında çok çabuk dönebiliyor, çevik ve ani hareketleriyle kolay adam geçiyor yani bu konuda bize Keita'yı aratmayacaktır. Boyu uzun değil ve dolayısıyla hava hakimiyeti pek yok ama çok zayıf bir oyuncu değil, ikili mücadelelerde dengesini iyi koruyor. Ayrıca zeki bir oyuncu, attığı frikik golünü izlerseniz kaleye vuruştan önce sinsice bir bakış fırlatıyor, kaleciyi önde görünce avlayıveriyor :) Dripling yeteneğinden bahsedip durduk, geçen sene Dos Santos'un müthiş hareketlerden sonra bal yapmayan arı misali kaçırdığı golleri hatırlayanlar şutlarını merak ediyordur. Uzaktan her 2 ayağıyla da ani ve etkili vuruşlar çıkarabiliyor Pino. Ancak bunun dışında gol vuruşları çok da etkili değil, dolayısıyla üst düzey bir skorer performansı göremeyebiliriz. Bunun dışında internette oyuncunun negatif yönlerine pek değinilmese de ben biraz kafasını kaldırıp arkadaşlarına bakma konusunda eksik gördüm Pino'yu. Pozisyonu fazla zorluyor ve nadiren pas düşünüyor, bu da hem oyuncunun hem de takımın verimini düşürüyor. Bu açıdan bencil bir oyuncu Pino.

Sonuçta dediğim gibi, bu transfer eğer ilk 11'eyse (ki büyük ihtimalle öyle) risk anlamı taşıyor gelecek sezonki Galatasaray açısından. Ama oyuncunun yeteneği ve potansiyeli ışığında verilen para çok değil. Ve bu kumar tutarsa Galatasaray açısından çok büyük bir kazanç olur. Transferin Rijkaard'ın onayı olmadan gerçekleşmesine ihtimal vermiyorum, dolayısıyla Rijkaard'a güvendiğim için oyuncuya da güveniyorum. Umarım Galatasaray'ımız için verimli bir transfer olur, Carrusca değil de Ribery olacağını umut ediyorum.

18 Temmuz 2010 Pazar

Harry Kewell Galatasaray'da



Galatasaray taraftarı olarak transferlerin geciktiği şu günlerde, belki de her şeyden çok merak ettiğimiz durum Kewell'ın akıbetiydi. Bazı oyuncular vardır, daha ilk anda kalbinizi çalar. Kewell'la Galatasaray taraftarının tanışması da böyle oldu bir bakıma. Kayseri'yle oynadığımız Süper Kupa finaliydi, Kewell'ı ilk kez görecektik turuncular içinde. Oyuna girdi, Hasan Şaş ortaladı, kafayı vurdu ve gol oldu. Ona boşuna Oz Büyücüsü denmediğini ilk günden sihrini konuşturarak gösteriyordu Kewell. 19 numarayla özdeşleşti zamanla, ve Galatasaray taraftarına Hagi'den beri gördüğü en büyük sol ayağı gösterdi. Ama bugün çoğu Galatasaray taraftarı Ronaldinho'dan çok seviniyorsa Kewell'ın kalmasına, bunun sebebi ne golleri ne de sol ayağı. Harry Kewell Galatasaray taraftarına Galatasaray'ı yansıttı bir bakıma, asil, hırslı, mücadeleci.. Biz onu Bordeaux'ya attığı müthiş gol kadar en zor zamanda stopere geçmesiyle sevdik, hakeme Sabri'yi ve rakip oyuncuyu gösterip bu adam mı buna faul yaptı derkenki içtenliğini sevdik. O bizim için kalbini koydu ortaya, "Kewell from Galatasaray" oldu. Onu göndermek bize yakışmazdı, yönetim de kulübün gerçek sahibinin sesini dinledi ve Daddy Cool bir yıl daha Sami Yen'i inletecek.

Transferin duygusal yönünü bırakıp takıma olan etkisinden bahsedersek, Kewell'ı geçtiğimiz 2 sezonda hücum hattının her yerinde oynarken gördük. Tamam yaşı ilerledi, tamam hasta, tamam sık sakatlanıyor ama 6+2+2'de Kewell her zaman yer bulur. Geçen sene en zor zamanlarda takımı tek başına taşıdığını ve o sakatlanınca takımın alternatifsiz kaldığını hatırlatmak lazım. Dolayısıyla Kewell hücum hattı için iyi bir yedek olacak önümüzdeki sezon. Bence Kewell'ın kalması Pino transferini gereksiz hale getirdi, Pino yerine sağ veya sol açığa (Arda ve Elano'ya verilecek göreve göre, bu konudaki fikirlerimi başka bir yazıda ifade etmeyi planlıyorum) istikrarlı performans verebilecek bir oyuncu transfer edilip hücum bölgesi sorunsuz hale getirilebilir. Her şeyden öte, Rijkaard'ın geçen sezon çektiği en büyük sıkıntı dandun futbol oynamaya alışmış oyunculara sistem denen şeyi öğretememekti. Premier League tecrübesiyle, profesyonelliğiyle ve müthiş futbol zekasıyla Kewell Rijkaard'a da yardımcı olacaktır. Rijkaard takımı kenardan yönetirken takımın sahadaki zihinsel önderleri Neill, Cana ve Kewell olacak; topa hükmeden takıma liderliği ise kaptan Arda edecek. Yıllardır aradığımız, Galatasaray ruhu dediğimiz şeye en yakın kadroyu kuruyoruz gibi bu sezon; ama sezon açılışına az zaman kaldığını ve takımın hala çok büyük eksiklerinin olduğunu da unutmamak gerek..

15 Temmuz 2010 Perşembe

Schuster-Quaresma-Guti



Geçen sene icraatlarıyla çok tartışılan ve çok eleştirilen Beşiktaş yönetimi bu sezona önce kariyerli bir teknik direktör getirerek başladı: Bernd Schuster. Getiriliş sürecinde çirkin işler olmuş olsa da önemli bir hamleydi bu hem Bjk hem de TSL adına. Schuster'in La Liga'da hem Getafe'de hem de Real Madrid'de, farklı yapılarla, farklı sistemlerle başarılı olmuş bir teknik adam olarak Beşiktaş'a teknik ve taktik anlamında bir şeyler katacağı kesindi zaten de, Beşiktaş Schuster'in faydalarını tamamen farklı bir açıdan da gördü. Kariyerli hocanın varlığı, kariyerli oyuncuların gelişine de kapıyı açtı. Önce defalarca borsaya görüşüyoruz denilen Quaresma geldi, dün de Guti haberini aldık. Bu transferlerin ardından şu anki Beşiktaş kadrosunu (hazır akşam da Vikingur maçı varken) kısaca incelemek güzel olur diye düşünüyorum.


Beşiktaş kadrosunda şu an Sivok, Zapo, Ferrari, Hilbert, Q7, Guti, Delgado, Tello, Ernst, Fink, Holosko, Bobo ve Tabata olmak üzere 13 yabancı var. Ferrari, Ernst, Q7 ve Guti'nin yeri garantidir bu takımda, yerine transfer olmazsa (Raul ismi konuşuluyor ama Schalke'ye gidecek büyük ihtimalle) Bobo da banko oynar. 6. yabancı tercihi Sivok ya da Hilbert ya da Fink (her ne kadar sözleşmesi dondurulmuş olsa da) olabilir. Burada farklı ihtimaller doğuyor. Bana göre şu anki Beşiktaş kadrosuna en uygun diziliş Galatasaray'ın oynadığının tersi şeklinde olacak, arada 4-2-3-1'e de dönen bir 4-3-3'tür. Galatasaray'ın kanat akını yapan kanadı sağ kanatken (Sabri-Keita), defansif bek ve 2. forvet kullanılan kanadı soldu (Hakan Balta-Kewell). Beşiktaş ise bunu tam tersi şekilde Q7'yi solda kullanarak Toraman-Nihat/İsmail-Q7 şeklinde yapabilir, göbekte de Necip-Ernst-Guti üçlüsüne yer vererek. Genç oyunculara şans tanınmasından yana olsam da Necip ne kadar yapabilir bu görevi bilemiyorum. Teknik olarak iyi bir oyuncu olsa da yaşından dolayı fiziği çok da iyi değil ve bu da bazen rakiplerine ezilmemek için aşırı sertliğe başvurmasına sebep oluyor. Ayrıca dediğim gibi yabancı tercihleri kesin olmadığı için dizilişte de ufak değişiklikler olabilir, olması muhtemeldir (sağda Hilbert'i kullanıp 4-4-1-1 oynama yoluna da gidebilir Alman Hoca mesela).

Beşiktaş her ne kadar akıllı ve kaliteli transferler yapmış olsa da, takımdaki yerli oyuncularla yabancı oyuncular arasında gözle görülür bir kalite farkı var. Bu durumda yerli oyunculardan çıkaracakları 5'liyi merak ediyorum açıkçası. Beşiktaş yönetimi gerçekten halen Raul'ün falan peşinden koşuyorsa yanlış yapıyor bence. Takımda net olarak oynayabilecek bir yerli transferi yapması lazım bence Beşiktaş yönetiminin çünkü şu an Hakan/Rüştü, İsmail/Üzülmez, Toraman ve geçen sene yaşadığı sorunlara rağmen Nihat dışında 5. bir yerli oyuncu yok Beşiktaş kadrosunda direkt olarak oynar diyebileceğimiz. Akşamki maçtaki dizilişi gördükten sonra daha net yorum yapmak mümkün olacaktır (her ne kadar Guti sahada olmayacak olsa da). Bir diğer nokta da gönderilecek oyuncular; Zapo, Tello, Holosko, Delgado, Tabata gibi birçok kaliteli oyuncu gönderilmeye yakın, bu süreci iyi izleyen bazı kulüpler kelepir transferlere imza atabilir. Yine de her şeye rağmen iyi kadro kurdular ve iyi bir teknik direktöre verdiler bu kadroyu da. Yıldırım Demirören bu sezon yeter tezahüratlarını yaptığı transferlerle işitebilir diye düşünüyorum :)

12 Temmuz 2010 Pazartesi

WC 2010 Final: İspanya 1-0 Hollanda


2010 Dünya Kupası Finali'nde daha önce tarihinde hiç dünya kupasında şampiyonluk başarısı olmayan 2 ülke karşı karşıya geldi. Maç öncesi hem aklımın, hem de kalbimin favorisi İspanya'ydı. Defalarca yazılıp çizildi, bu tip organizasyonlarda başarıya ulaşmak için bir nevi kulüp takımı kimliğiyle belirli bir sistemi oturtmanız gerekiyor. Almanya'nın yıllardır her turnuvada başarılı olması da bu yüzden sadece "Alman disiplini"yle açıklanamaz, Bayern'in oynadığı futbola yakın bir şeyler oynar genelde Almanlar ve kritik pozisyonlarda da Bayern'li oyunculara görev verirler (Schweinsteiger, Müller, Klose vb.). İspanya'nın bu turnuvanın en büyük favorilerinden olması da bu yüzden, Barcelona'nın oynadığı pas futbolunu oynuyor İspanyollar ve Pique, Puyol, Busquets, Xavi, Iniesta, Pedro ve Villa olmak üzere 7 Barcelona'lı oyuncu var ilk 11'lerinde.

Hollanda ise finale futbol kültürüne ihanet ederek gelmişti açık olmak gerekirse. Daha önce 74 ve 78'de 2 kere finale kalıp kaybetmiş olan Portakallar bu başarıya total futbol oynayarak ulaşmışlardı. Bu kayıpların ve Mourinho'nun bu seneki başarısının da etkisiyle negatif futbolu benimsedi Van Marwijk. İleride mükemmel bir sezon geçiren Sneijder ve Robben'in önderliğinde Van Persie ve Kuyt'un da katılımıyla hücum ederken, savunmada takım halinde ama yine 6+4 halinde blok oluşturuyorlardı. Hücum bloğunda saydığımız futbolcular da hücum oyuncuları olmalarına rağmen çok koşan, basan oyuncular olmalarından dolayı takım savunması da mükemmelliğe ulaşıyordu. Maçtan önce total futbolun babası Johan Cruyff bir Katalan gazetesinde şöyle cevap vermişti matça kimi destekliyorsunuz sorusuna:
“Spain, a replica of Barca, is the best publicity for football. Who am I supporting? I am Dutch but I support the football that Spain is playing.”


Maçın daha ilk dakikalarında da ne kadar haklı olduğunu gördük Cruyff'un. Sene içinde Barça'yı durdurmak için en etkili yollardan birinin savunmayı ileriye atmak olduğunu görmüştük (Ibra'nın varlığı da bu durumda etkiliydi). Hollanda hem bunu yaptı, hem de ilerde bastı. Normal şartlarda İspanya ucunda Villa'nın da olmasıyla ağır Hollanda tandeminin arasına atılacak toplarla tehlike yaratabilirdi İspanya. Nitekim ilk 10 dakikada 3 kez denediler bunu. Ama Hollanda bundan sonra önde baskıyı, önde faul yapmak olarak uygulamaya başladı. Bu dakikalarda neredeyse her 30 saniyede bir oyun durdu faul düdüğüyle, bazen De Jong örneğinde de gördüğümüz gibi adam öldürmeye teşebbüs bile oldu. Hakem Howard Webb final maçının ağırlığından dolayı bu hareketleri hak ettiği kadar ağır cezalandıramasa da yine de oyunun hakimiyetini elinden kaçırmama konusunda gerekli önlemleri aldı ve başarılıydı. Bu sert futbol İspanya'yı bir miktar yıldırsa da duran toplardan pozisyon yakaladı İspanyollar ama bu pozisyonlarda hem şanssız hem de beceriksizdiler. Xavi ve Iniesta'nın orta sahada çok yoğun prese maruz kaldığı bu dakikalarda Busquets biraz daha etkili pas yapabilse aslında takım daha etkili olabilirdi ama o da Almanya maçındaki performansından uzaktı.

Devreye girdiğimizde İspanya'nın maçı çözmesi için Hollanda defansının arasına 2. adamı sokması gerektiğini yazmıştım twitter'a ve Villa'nın yanına Torres'in alınmasını önermiştim ikinci yarının ilerleyen dakikalarında. Bunu da Hollanda savunmasında Heitinga gibi bir saatli bombanın varlığına dayandırmıştım. Yeniköy Kasabı Del Bosque'yse takımın başka bir sorununu çözmeye öncelik verdi, Messi'sizlik. Pedro çok beğendiğim bir futbolcu ve yaşına göre mental olarak çok üst seviye bir oyuncu, ama kanat oyuncusu değil hiçbir zaman. O sahada olduğu sürece İspanya ortadan saldırmaya devam edecekti ve her seferinde de De Jong-Bommel ve bu maç özelinde daha defansif bir rol alan Sneijder'li duvara çarpıp dönmeye devam edeceklerdi. Bu yüzden kanattan da hücum varyasyonları yapmaları gerekiyordu. Barcelona'da bunun çözümü Messi. Del Bosque'nin ise elindeki en iyi çözüm Navas'tı ve o da bu yolu denedi. Değişiklik aslında etkili de oldu, yaşlı kurt van Bronckhorst'ün kanadını baya zorladı Navas. Aslında bir gol atsa da Jesus Fucking Navas diye başlık atsam diye aklımdan geçirmedim değil bu dakikalarda ama olmadı :) Navas getirdiği hareketliliğe rağmen beklendiği kadar etkili olamadı ve Hollanda savunması (ki bu turnuvada beklediğimden çok çok daha iyi performans verdiler ve hatta total futbollu dönemlerde savunma oyuncuları bu performansı verse bu finaller daha kolay gelirdi onu da belirtmek lazım) geçit vermedi.


Hücüm adına Hollanda'nın planı ise kontrataktı. İlk yarıdaki hücum presine 90 dakika dayanmak kolay iş değil, dakikalar ilerledikçe yavaş yavaş geri çekilmeye başladı Portakallar. Bu planlı bir geri çekilme miydi bilinmez ama Robben'in hızını kullanarak kontra pozisyonlar yakaladılar. Modern futbolda hızın önemine değiniyoruz, Robben'in geriden gelip Puyol'u ve Pique'yi sollayıp aldığı top ders niteliğindedir. Aynı topta Puyol'un çaktırmadan faul yaparak Robben'i yavaşlatması da yine ders niteliğindedir onu da not etmek lazım. Neyse, Casillas da görevini yeterince yaparak bu kontrataklarda geçit vermedi Hollanda'ya. Van Marwijk'in Navas hamlesine cevabı ise Elia-Kuyt değişikliğiydi. Kuyt hiç beğenmediğim bir oyuncu olsa da ileride defensive forward olarak tutulabilir ve o dakikaya kadar stresli ve etkisiz gözüken van Persie oyundan alınabilirdi. Elia'nın oyuna girmesi teoride mantıklı bir hamle olarak gözükmesine rağmen, ilerleyen dakikalarda İspanya'nın dominasyonunun artmasıyla top bile göremedi neredeyse Elia ve bu hamle de başarısız oldu. Maç 0-0 gidiyordu ve her ne kadar İspanya daha yakın gözükse de 2 takım da rakibini çözemiyor gibiydi. Maçı çözen hamle ise normal sürenin bitimine birkaç dakika kala Del Bosque'den geldi.


İspanya'nın Hollanda defansının arasına 2. oyuncuyu sokması gerek demiştik. Del Bosque mental olarak çöküşteki yıldızı Torres'i böyle önemli bir maça hazır görmemiş olacak ki (ki uzatmalarda gördük ne kadar haklı olduğunu) farklı bir hamle yapma yoluna gitti. Fabregas-Xabi Alonso değişikliğiyle birlikte İspanya orta sahasında Xavi bir adım arkaya, Iniesta 2 adım öne gitti. Bu dakikadan sonra sahada Iniesta şov vardı. Arkasına gelen Fabregas desteği ve topla daha ileride buluşabilmesinin etkisiyle ipleri eline aldı Iniesta ve beklenen oldu. 80 dakika geciken kırmızı kart, saatli bomba dediğimiz Heitinga'ya geldi Iniesta'yı indirdiği pozisyonda. Del Bosque belki bu kırmızıdan sonra, birkaç dakika önce yaptığı Torres-Villa değişikliğine pişman olmuştur ama futbol tanrısı da Johan Cruyff gibi İspanya'nın oynadığı futbolu destekliyordu. Bariz korner olan pozisyonda gelen aut kararı, Torres'e gelen top, Torres'in Iniesta'ya aktaramaması ama topun Fabregas'ın önünde kalması, Fabregas'ın pası ve Iniesta'nın golü. Bu golün en çok yakışacağı adamlardan biri olduğunu da golden sonra çıkardığı tişörtünde gördük Iniesta'nın. Bu attığı ilk özel gol değil belki Iniesta'nın (bkz. Chelsea son dakika golü), ama en özeli olduğunu tahmin ediyorum. Xavi-Iniesta ikilisinin ellerinde yükselen kaçıncı kupa bu?


Ve kutlamalardan 2-3 özel an. Önce Puyol'dan başlayalım. Almanya karşısında attığı golle takımının buraya gelmesinde en büyük pay sahiplerinden biri olan bu güzel adam, kupa teslim seremonisinde arka plandaydı. Kupa Casillas'ın ellerinde yükseldi ve arka plandaydı Puyol. Elinde Katalan bayrağı, yanında yoldaşı Xavi'yle belki son Dünya Kupalarında kazandıkları kupayı sessizce kutluyorlardı, içlerinden kimbilir neler geçirerek. Sonunda kupa eline geldiğinde, bu efsane kare çıktı ortaya.


Vicente Del Bosque. Yeniköy kasabı lakabını taktığımız, Türkiye'den dalga geçerek kovduğumuz adam. Şampiyonlar Ligi'nden sonra Dünya Kupası'nı da kazandı. Maçı kazanırken de taktisyenliğini net bir şekilde ortaya koydu. Helal olsun.


Iniesta'nın gol sevinci. Dani Jarque her zaman bizimle gibi bir şey yazıyor Latince bilgim beni yanıltmıyorsa. Ramos'ta da Puerta'yı anan bir tişört vardı, bu adamlar bu kupayı boşuna hak etmediklerini gösterdiler.



Ve Casillas. Her ne kadar Barcelona sempatizanı olsam da bu şampiyonluk Casillas'ın bu 2 karesiyle hatırlanacaktır herhalde. O da çok özel bir insan olduğunu gösterdi bu maç, performansıyla değil; doğallığıyla, samimiyetiyle, hırsıyla. Ve ileride torunlarımıza anlatacağımız bu efsanede başrol oyuncularından biri olarak yerini aldı..

11 Temmuz 2010 Pazar

3.'lük Maçı: Uruguay-Almanya


Üçüncülük maçları bana hep gereksiz gözükür aslında. Yarı finalde binbir mücadeleden sonra elenmiş, zaten morali bozuk adamlar için ha 3. olmuş ha 4. olmuş ne fark eder ki? Zaten genelde teknik direktörler de oyuncular da bu kafa yapısıyla çıkar maçlara, maçın öneminin 0'a yakın olduğunu bilerek. İşte bu yüzden de, futbol kalitesi yüksek olmasa da zevkli maçlar olur genelde bu maçlar. Dün de bu durum çok farklı değildi.

Her ne kadar ahtapot Paul yüzünden maçın sonucunu baştan beri biliyor olsak da, gene de izlemek için kurulduk televizyonun başına :) Almanya'da Klose'nin oynamaması (sakatmış) üzücüydü, rekoru kırsın isterdim açıkçası ama şansı kaçırdı, artık 36 yaşında oynarsa belki.. Maça geçelim. Sağ açık olarak çıktığı piyasada doğal yeteneklerinin doğru değerlendirilmesiyle iç pozisyonuna geçen (hatta turnuva boyunca kimi zaman ön libero gibi oynayan) Schweinsteiger'in müthiş şutunda günün kötülerinden Muslera'nın sektirdiği topu Müller "golü koklayarak" ağlarla buluşturdu. Bu tip golcü gollerini severim, çalışmakla olacak bir şey değil bu tamamen içgüdüyle alakalı. Müller de Bayern Münih'te bir maçından sonra blogun izleyicilerinden Abdülcanbaza kendisini pek beğenmediğimi söylediğimden beri beni mahçup etmeye devam ediyor, hata bende; Alman futbolunda Müller isimli birinin başarısız olduğunu ne zaman gördük ki :) Neyse, Uruguay Luis "Hand of God" Suarez'in dönüşüyle forvet triosunu oluşturmuştu yeniden, defansta da kaptan Lugano'nun dönüşüyle aslında ideal kadrolarına yakın bir kadroyla sahadaydılar. Bu triodan şu ana kadar en az parlayan Cavani'nin güzel golüyle 1-1 oldu maç daha dakika 30'da. Golde Schweinsteiger'in hatası var ama bu tarz ufak hataları fazla takmayıp hedefsiz bir maça konsantre olma problemi olarak ifade edelim.

Derken 2. yarı Forlan'ın güzel golü geldi. Forlan bu turnuvanın en başarılı oyuncularındandır bana göre, takıma hem liderlik etti hem de kritik anlarda sorumluluk almayı bildi. Bu sezon Atletico'yla olan başarısının ardından burada da başarılı olarak mükemmel bir sezon geçirdi diyebiliriz. Herkes bir an "ahtapot yanıldı mı yoksa?" demeye başlamış olsa da, Uruguay'ın üstünlüğü 5 dk bile sürmedi. Yine Muslera'nın bir hatasında Jansen sırt-boyun-kafa karışık vuruşuyla eşitliği sağladı. 80. dk'da Mesut'un kullandığı kornerde Khedira'nın golü geldi ve Almanya 3-2 yaptı. Khedira da bu turnuvanın en başarılı oyuncularından biriydi, işini fazla gürültü patırtı yapmadan başarıyla yaptı. Maçın bundan sonraki bölümlerinde Uruguay gol aradı. Son saniyedeki frikikte Forlan'ın şutu gol olsun isterdim açıkçası, ama direkten döndü top ve Almanya 3., Uruguay 4. oldu. Ne olursa olsun 2 takımı da tebrik etmek lazım. Futbol adına fazla bir şey söylenilecek bir maç olmadı belki, hatta zaman zaman halı saha maçı gibi hücumlar izledik ama 2 takım da hak ederek geldi buraya. Ancak, asıl heyecan tabii ki bugün yaşanacak. "Total futbol" İspanya, total futbolun babası Hollanda'yla oynayacak. Zehri yaratan Portakallar panzehiri de yaratabilecek mi, göreceğiz. Viva España!

8 Temmuz 2010 Perşembe

Lorik Cana Galatasaray'da


Keita'nın satılmasını yorumlarken dedik ki, yönetim çatlak seslerin yoğunlaşmasını engellemek için hafta bitmeden 1 veya 2 transfer açıklayacaktır. Daha dediğimizin üstünden 2 saat geçmeden Cana'nın transferi açıklandı neredeyse. Lorik Cana benim hem saha içi hem saha dışı yeteneklerine ve kişiliğine inanılmaz saygı duyduğum bir oyuncu ve Neill ile birlikte böyle bir oyuncuyu Galatasaray'da görmek gerçekten güzel. Bizim takımın belki de en büyük eksiğiydi geçen sene hırs, mücadele ve ruh; zaten çok yazılıp çizildi tekrar değinmeyelim. Neill'ı neden sevdik hepimiz, 2 katı boyundaki Makukula onu ittiğinde kalkıp boğazına sarıldığı için, arkadaşının hakkı yendiğinde savunduğu için. Orta sahada sakatlık korkusuyla kaçak güreşen Topal da, sertliğin dozajını ayarlayamayan Barış da, gölge savunması yapan Sarp da bizim bu derdimize deva değildi, geçen sene de çok çektik bu sıkıntıları. Cana orta sahanın agresifliğini tek başına arttırabilecek bir oyuncu ve lider karakteriyle farklılık yaratacaktır. Gittiği her kulüpte kaptan olan bu adamın, bizde de tribünlerin sevgilisi olacağını da şimdiden tahmin etmek zor değil. Artık Kadıköy'de her sezon yaşadığımız olaylarda Lugano'dan Volkan'a, Semih'ten Baroni'ye, yapılacak her türlü şerefsizliğe boyun eğmeyecek bir oyuncumuz daha var.

Peki Galatasaray'ın aradığı çift yönlü orta saha mı Lorik Cana? Hayır, her ne kadar resmi sitede aksi iddia edilse de Cana'yı çift yönlü oyuncu olarak tanımlamak fazla iyimser bir bakış açısı olur. Tamam o mevkide oynayan oyunculara göre, ve sertliğine göre iyi bir tekniği var ama defansif orta saha oyuncusu Cana. Mehmet Topal'ın satışından doğan boşluğu, Topal'dan 3 gömlek üstün bir adamla Topal'dan daha ucuza doldurmak önemli bir başarıdır, tebrik etmek lazım Adnan Sezgin'i. Ama Elano'nun yanına çift yönlü oyuncu ihtiyacı halen bulunmaktadır, göz ardı edilirse yanlış olur. Gerçi Adnan Polat bugünkü röportajında 5 yabancı transferi dedi, ismi Cana'yla birlikte ortaya atılan ama henüz kesinleşmemiş Pino (ya da başka bir kanat oyuncusu), Elano'nun yanına bir iç oyuncusu, Neill'ın yanına bir stoper, Baros'un yedeğine deneyimli bir oyuncu, kaleye deneyimli bir kaleci.. Yabancı kontenjanını hesaba katmazsak uzayıp giden ihtimaller var :) Yarın Adnan Polat'ın basın toplantısını da değerlendiririz kısaca ve gelişmelerle birlikte Galatasaray'ın geçmiş sezonu üzerinden gelecek sezonunu değerlendirdiğimiz yazı dizisinin 3. ve son yazısını da şekillendirmiş oluruz. He son olarak, bu adam, Neill, Kewell (kalırsa tabii..) gibi adamlar varken Arda'nın kaptan olması.. en iyimser ifadeyle gülünç olacak seneye.

PS: Cana'nın babası Türkiye'de oynamış, Türkçe falan konuşmuş az önce Ntvspora. Adamı sevmek için bir sebep daha..

Galatasaray'da Neler Oluyor?


Şu son bir hafta içinde Galatasaray'da o kadar şey oldu ki, olayların nereye gittiğini nasıl bağlanacağını takip ederken neredeyse olayları kaçıracağız. Nereden başlasak bilemiyorum. Öncelikle Haldun Üstünel'in istifasından başlayalım. Adnan Polat'ın geçen sezon Haldun Üstünel isminin fazla ön plana çıkmasından rahatsız olduğu ve belki de tek güvendiği adam olan Adnan Sezgin'i Futbol A.Ş'de birinci adam konumuna getirmek istediği biliniyordu. Ancak taraftarın bu kadar sevdiği bir adamı direkt olarak görevden almak mümkün değil tabii ki. Kewell örneğinde de yapıldığı gibi öncelikle medya üzerinden bir karalama kampanyası başlatılıyor hafiften, bunun sonucunda da varmak istediğiniz yere varıyorsunuz. Geçen sene Haldun Üstünel transferde şov yaparken onu çok alkışladım, ama bu konularda görüşüm hep bellidir. Ne Adnan Sezgin, ne Haldun Üstünel bu konuda gerekli yeterliliğe sahip adamlar değiller, her ne kadar Haldun Üstünel geçen sezon "içimizden biri" olmasının yarattığı hırsla çalışarak bir şeyler yapmış başarılı olmuş olsa da Galatasaray'ın profesyonelleşmeye ihtiyacı var artık bu konularda. Seçimde Adnan Öztürk'ün de ortaya somut bir proje koyamamasına rağmen Adnan Polat'tan bu kadar oy almasında liseli olmasının dışında aynı temele dayanan Peter Kenyon hamlesinin payı da çoktur. Galatasaray'a böylesine bağlı bir adamın böyle harcanmasını tabii ki doğru bulmuyorum, yönetimin büyük yanlışlarından biridir bu. Adnan Sezgin hakkındaysa yorum yapmak istemiyorum, ileride Adnan Polat'ın en büyük yanlışlarından biri olarak anacağımızı düşünüyorum onu.


Gelelim Keita'nın satışına. Geçen sene çöken takımda ayakta kalan 3 oyuncuyu söyleyin deseniz çoğunluğun söyleyeceği isimler Neill, Keita, Baros olurdu. Neill ve Baros'un yarım sezon performans gösterdiğini düşünürsek geçen sezonun Galatasaray adına en iyisinin Keita olduğunu söylemek yanlış olmaz. Ancak, yine de satışını yanlış bulmuyorum. Bu satışa birçok farklı yönden bakabiliriz, ve iyi ya da kötü birçok yanını bulabiliriz. Örneğin demin dediğimiz şekilde geçen sezon performansı olarak bakarsak anlamsız bir satış. Aldığımız paradan 500 bin fazlasına satıyoruz sadece, yine anlamsız kar amacı da yok gibi gözüküyor. Ama oyuncunun yaşı ve DK performansına bakarsak aslında Keita'yı bir daha bu fiyatlara elden çıkarma şansımız olmadığı da ortada. Birçok blogda yazılıp çizildi, Keita sisteme uymadığı için satıldı denildi. Aslında Keita oyuncu özellikleri olarak sisteme uyan bir adam. Ama mental yetersizlikleri var. Yaptığı onca asiste rağmen yapamadığı onca pas da vardır geçen sezon Keita'nın ve çoğu maçta takımdan kopuk oyunuyla hücumda topları boşa harcamıştır. Sene içinde bir yazısında Keita'nın yetersiz tekniği demişti Tardini, yorumlarda o kadar eleştiri gelmişti ki şaşırmıştım. Barcelona gibi futbol oynayalım diyenlerin Keita'nın attığı pasların, şutların çoğunun ne kadar dengesiz olduğunu fark etmemiş olabileceğini düşünmüyorum, Keita'nın muhteşem driplinglerinden ve takıma yaptığı katkılardan bahsederken bunlardan bahsetmemek yanlış bence. Ama tabii ki Keita'ya gelen kadar bu takımda gitmesi gereken onca oyuncu varken, bu satışın tek bir açıklaması var: nakit para. Takımın asıl büyük eksiklerinin kapatılması için gereken parayı, 29 yaşında son büyük transferini yapacak yıldızını satarak çıkarmayı planladı yönetim. Bu, doğru veya yanlış, bir transfer stratejisidir ve fazla eleştiri de kabul etmez. Ancak sene sonunda başarı gelmezse de o zaman eleştiriye hazırlıklı olmak gerekir böyle bir riski alıyorsanız. Ayrıca bu transferin açıklanması, bu hafta bitmeden 1 ya da 2 transferin açıklanacağı anlamına geliyor bana göre.

Gelelim takımdan giden/gidecek diğer oyunculara. Kewell'ın Galatasaray'da kalıp kalmayacağı hala belirsizliğini korusa da bana göre +2'de kesinlikle bulunması gereken bir oyuncu, ve yönetim de taraftarın tepkisini azaltmak için sözleşmeyi uzatabilir yakın zamanda. Gio'ya gelirsek, her ne kadar Adnan Polat kesinlikle alınmayacağını söylemiş olsa da (bir başkan TD'sinin istediği oyuncu için daha transfer sezonunun başında niye böyle bir açıklama yapar ona da anlam vermek mümkün değil ya neyse) Keita'nın gidişinden sonra sağ kanada ilaç gibi gelirdi, ayrıca yapılacak herhangi bir transferden daha kolay atlatabilir uyum sürecini. Emre Güngör ve Uğur'un gidişini Atahan değerlendirmişti, 2 oyuncu da kendi hatalarından dolayı gittiler, kendilerine bakmadıkları için gittiler bu takımdan. Şu anda takımda sorun olan Servet ve Franco var, Franco'yu sanırım daha önce birçok oyuncuda yaptığımız gibi üstüne para verip yollayacağız (ki Franco İspanya 1. liginde tepeye oynamayan herhangi bir takımda rahat oynayacak bir kalecidir ve doğru bir stratejiyle 1M olsun 2M olsun para kazanmak mümkündü bu oyuncudan), Servet konusunda ise belirsizlik hakim. 6 milyon euro'yu Servet'e performansının zirve yaptığı dönemde bile çoğu takım vermez, şu anki durumda 4-5 milyondan fazla bir beklenti olmadan oyuncuyu elden çıkarmaya bakılmalı bana göre çünkü yaşanan gelişmelerden sonra oyuncudan verim almanın mümkün olduğunu düşünmüyorum (yine bir "man management" hatası, hala Galatasaray forması giyen bir oyuncunun öyle bir röportaj vermesine izin verilmemeli). Ayhan'ın da geçen sezonki performansından sonra elden çıkarılması güzel olur, çünkü düzenli oynamadan form tutamayan bir oyuncu Ayhan ama düzenli oynayacak durumda da değil yaş dolayısıyla fizik olarak :).

Son olarak fazla değinilmeyen bir durum var ortada, o da Milan Baros'un kontratı. Sezon sonunda bitecek Baros'un kontratı ve oyuncu serbest kalacak. Takımın en değerli yabancı oyuncusu olduğunu düşünürsek oyuncuyu bedelsiz kaybetmeyi göze alamayız, bu durumda 2 ihtimal var; ya oyuncudan para kazanma yoluna gideceğiz (ki Keita satışından sonra yönetimin tepkileri göze alabileceğini zannetmiyorum) ya da o sözleşmeyi bir şekilde uzatacağız. Bu konuda çok geç olmadan somut bir adım atmak gerektiğini düşünüyorum.


Şimdi önceki paragrafta son olarak dedik ama, yazıya tekrardan bakınca çok karamsar, olumsuz bir hava sezdim yazıda. Her şeye rağmen Galatasaray'ın durumu o kadar da kötü değil onu belirtmek lazım. Satışlardan gelen parayı da hesaba katınca minimum 20 milyon euro'luk bir transfer bütçesi var şu an ve takımın eksikleri de bu paraya kapanmayacak eksikler değil. Yerli rotasyonunda geniş opsiyonlarımız var ve 3-4 yabancı transferi yeterli olur bu takım açısından. Ayrıca finans anlamındaki olumlu gelişmeler bununla da bitmiyor, Sportif A.Ş-Futbol A.Ş birleşmesinde ve Aslantepe'de sona yaklaşıldı bildiğiniz gibi. Adnan Polat yönetimi her ne kadar sportif başarıyı sağlayamamış olsa da, bu olumlu icraatlarıyla övgüyü hak ediyor. Ancak Galatasaray yönetimindeki bölünmelere de dikkat etmek lazım, tüzük olayı tam olarak sonuçlanana kadar muhalefeti takipteyiz.. Adnan Polat'ın bu saatlerde başlayan basın toplantısında da bütün bu konuştuğumuz konulara dair önemli mesajlar bulabiliriz, iyi değerlendirmek gerek bu toplantıyı Galatasaray'ın geleceği açısından..

4 Temmuz 2010 Pazar

Paraguay İspanya



Bence Dünya Kupası'nın en ilginç ve en zevkli maçı oldu. Paraguay, İspanya karşısında çok iyi bir savunma yaptı. Pas kanallarını tıkamada çok başarılı oldu Paraguay, maç boyunca çok iyi bastılar. İspanya, özellikle ilk yarıda pozisyon bulmakta çok zorlandı. Paraguay da çok sayıda pozisyon bulamadı tabi ama Valdez'le buldukları golün sayılmaması onlar adına moral bozucu olmuştur. Bu maçla beraber, koşan ve iyi basan bir takımın (tabi bunun yanında teknik kapasitesinin de yeterli olması gerek, Amerika gibi olmamalı) İspanya'yı zorlayacabileceğini, hatta şansı yaver giderse yenebileceğini gördük. İkinci yarıdaysa, kupanın en heyecanlı ve zevkli 3 dakikasını yaşadık. Paraguay'ın penaltı kazanıp kaçırması, hemen ardından bulunan kontra atakta İspanya'nın penaltı kazanması, Xabi Alonso'nun penaltıyı atması fakat tekrarını kaçırması ve dönen topta Fabregas düştüğünde penaltı verilmemesi... Paraguay adına penaltıyı atan Cardozo'nun heyecanı topa gelirken yüzünden okunuyordu. Zaten sakat olan ve turnuvada ilk defa 11'de başlamış bir oyuncuya o penaltıyı attırmak doğru bir karar olmasa gerek. İspanya'daysa geçen maç penaltı kaçırdığı için Villa'nın atmadığını düşünüyorum. Hakemse, penaltıyı tekrarlattırarak uygulanmayan bir kuralı hatırlattı bizlere ve kendisi bu yüzden takdir ediyorum. Son dakikalarda baskısını arttıran İspanya, Villa ile golü buldu ve maçı kazandı, ancak Paraguay'ı da verdiği mücadeleden ötürü tebrik etmemiz gerek.

Bu maç (aynı zamanda İsviçre maçı da) bize İspanya'nın zayıf noktalarını gösterdi. 2008'deki kadar hızlı top yapamıyor İspanyollar. O takımda önemli bir görev alan Senna yerine bugün aynı pozisyonda Busquets'in oynaması da bunun nedenlerinden biri olabilir. Eğer hazırsa (ki Paraguay maçında iyi gözüktü) Almanya maçına Fabregas'la başlayacaktır Del Bosque. Ben Almanlar'ı, İspanya karşısında favori görüyorum ve bizi çok güzel bir yarı final eşleşmesinin beklediğini düşünüyorum.

3 Temmuz 2010 Cumartesi

Mesut vs. Messi

Bir Türk futbolcuyu dünyanın en büyük futbolcusuna karşı takımının en büyük kozu olarak görmek güzel. Ama onu orada Türk olarak görememek üzüyor insanı. Maçın fazla bir previewı yok. 2 takımı da herkes tanıyor. Arjantin'i önceden incelemek gereksiz ve saçma iş. FM diliyle flair'ı bu kadar yüksek adamların bir arada bulunduğu bir takım için şöyle olur böyle olur demeyi doğru bulmuyorum ben. Almanya ise Bayern Münih çizgisinde oynuyor, kısıtlı yetenek var takımda ama turnuva ya da kulüp takımı denilen disiplinle oynadıkları için her zaman başarılılar. Kim kazanırsa kazansın güzel maç olacak, erken final olacak. Umarız, futbol kazanacak.

Uruguay-Gana


Maç öncesi incelemesinde Uruguay Ayew'in sakatlığından dolayı bir adım önde demiştik. Gana Ayew'in yerine takımın geri kalanını bozmadan hocayla küs olan Muntari'yi koyarak başladı oyuna. Ama Muntari'nin tam bir iç oyuncusu gibi oynaması maç öncesi yorumumuzda da değindiğimiz gibi hücum planlarının çoğunu soldan Ayew üzerinden işletmeye çalışan Gana'nın dengesini bozdu oyunun ilk dakikalarında. Ancak Gana daha önceki maçlarında olduğu gibi sonraki dakikalarda oyunun kontrolünü yeniden ele aldı. Orta sahalarının fizik gücünün inanılmaz olduğunu belirtmek gerekiyor gerçekten. Uruguay adına ise işler Lugano'nun sakatlanmasından itibaren iyice kötüleşti. Zaten diğer as stoper Godin sakatken bir de yaşlı Scotti'nin oyuna girmesiyle Uruguay savunması iyice geriye çekildi ve ilk yarının son dakikalarında top neredeyse tamamen Gana'nın kontrolündeydi. Muntari'nin uzaktan sert vuruşunda kaleci Muslera'nın da hatasıyla Gana devreyi 1-0 önde kapadı.

2. yarıya bir değişiklik daha yaparak başladı Uruguay ve Lodeiro'yu oyuna aldılar. Lodeiro kendisi çok etkili olmasa da Cavani'nin rolünün ve yerinin değişmesiyle Uruguay'ın takım halinde etkinliği arttı. Forlan da bu dakikalarda fazlasıyla etkiliydi. Derken bu sefer Kingson'un hatasıyla Forlan'ın frikik golü geldi. Bu golde bana biraz da Jabulani etkisi var gibi geldi, turnuvaya damgasını vuran şeylerden biri de bu top gerçekten. Maç içerisinde bir pozisyon vardı, Forlan çok kolay yakalayacağı topu yerden sekince çizgi kenarında falan ancak yakaladı; neyse bu tamamen ayrı bir yazı konusu turnuvadan sonra bir recap yaparken değiniriz tekrar bunlara. Uruguay bu dakikalarda Suarez'le başka pozisyonlar da buldu aslında ama biraz bencillik, biraz şanssızlık derken gol bulamadılar. Gana ise genelde sağ kanattan Pantsil ve Inkoom üzerinden hücum etmeye çalışan bir görüntü içerisindeydi bu dakikalarda, Gyan'la birçok şut çekseler de çok net gol fırsatları yakalayamadılar. Derken oyuncu değişiklikleri geldi 2 takımdan da, Tabarez Cavani'yi çıkarıp Abreu'yu oyuna alırken Gana'da da Inkoom'un yerine Appiah oyuna girdi. Bu değişiklikler de 2 takımın hocalarının farklı düşüncelerini gösteriyordu. Uruguay forvet oyuncusu alarak maçı 90 dk'da bitirmeyi planlarken Gana zaten canavar gibi olan merkezini daha da güçlendirerek oyunun hakimiyetini orta sahada ele geçirmeyi planlıyordu. Günümüz futbolunda bu fikirlerden hangisinin daha geçerli olduğunu hepimiz biliyoruz zaten, maç da bu dakikadan sonra daha çok Gana kontrolündeydi ama gol olmadı ve uzadı.


Uzatmalarda Adiyiah-Muntari değişikliğiyle Boateng'in ortaya geri gelmesiyle Gana yine daha etkiliydi ama 2 takımın da yorgun oldukları apaçık ortadaydı. Maçın penaltılara gitmesi de büyük ihtimal olarak gözüküyordu. Ama işte tam da uzatmaların tam da son dakikasında maçı efsane statüsüne yükseltebilecek olaylar zinciri başladı. Gana'nın kazandığı serbest vuruş sonrası ceza sahasında oluşan karambolde Suarez çizgide ağlara gitmekte olan topu elleriyle kaleci gibi kurtardı ve penaltıya sebebiyet verdi. Bu tip hareketler genelde reflekstir, orada düşünürek hareket ettiğini zannetmiyorum Suarez'in ama o anın şartlarında en doğrusunu yaptı ve cezasını da göze almıştı zaten. Temdit penaltısı için topun başına Gyan geldiğinde neredeyse herkes Gana'nın yarı finale çıkacağını düşünüyordu ama Gyan zor bir penaltı denedi. Bu tip kritik anlarda çok havaya, çok abanarak, çok köşeye vuruş denemek risktir, hem adrenalin hem de fiziksel yorgunlukla genelde ayarlayamazsınız vuruşunuzu. Gyan kendine güvenle havadan vurdu ve direkten döndü. Maç boyu övdüğüm bu güzel adamın böyle bir penaltı kaçırması beni çok üzdü ve zaten maç moral olarak Uruguay'ındı o andan itibaren. Son dakikada kaçırdığı penaltıya rağmen gelip ilk penaltıyı attığı anda herkes Gyan'ın ne kadar sağlam sinirleri olduğunu söyledi. Bense tam tersini düşünüyorum. Orada o penaltıyı atmak aslında bir önceki penaltıdan ne kadar etkilendiğini gösterir, o duygusal çöküntüyü ancak çok benzer bir penaltıyı bu sefer gole çevirerek giderebileceğini düşündü Gyan ve insan psikolojisi açısından haklıydı da. Ve belki Gana maçı kazansa Gyan kahraman olurdu. Ama bazen tek bir şans gelir hayatta, ve Mensah'la Adiyiah'ın saçma penaltılarıyla kaybetti turu Gana. Suarez halk kahramanına dönüştü, Gyan gözyaşları içinde kaldı. Futbol asla sadece futbol değil..

Hollanda-Brezilya


Maç öncesi inceleme yazısı yazma fırsatını bulamasam da, maçtan sonra maçla ilgili tahminlerimi değerlendirmek için birkaç kelime not almıştım buraya. Maçın yorumunu da bu maç öncesi fikirlerin üzerinden yaparak maçı analiz etmeye çalışacağım. Öncelikle Fabiano demişim. Maç öncesi Brezilya'nın Mathijsen-Heitinga ikilisine karşı sorun yaşayabileceğini tahmin ediyordum. Bu ortamda da Fabiano gibi müthiş bir finishing becerisine sahip olan adamın maçtaki performansını kritik görüyordum Brezilya'nın şansları adına. Ama maç öncesi Mathijsen'in yaşadığı sorun ve yerine Ooijer'in oynaması ve erken gelen Brezilya golü bu durumu değiştirdi. Ooijer yaşının da etkisiyle ağır bir oyuncu olmasıyla fazla açık alan vermemeye çalıştı Fabiano'ya ve her ne kadar Heitinga'yla felaket bir uyum sergileyip gole sebebiyet verseler de bu konuda başarılıydılar. Burada 2. bir noktaya geliyoruz. Elano'nun yokluğu ve Dani Alves'in açık performansı demişim maç öncesi. Elano Türkiye'de beğenilmiyor olabilir ama sanırım kimse zekasına ve yeteneklerine laf etmeyecektir. Dunga Elano'yu sağ kanatta kullanarak takımın yaratıcılığını arttırıyor ve merkeze dönük gole yönelik faaliyetleri kolaylaştırıyor. Ama sağ kanada 2 sağbek (wingback demek daha doğru) koyulunca bu kanattan pek bir yaratıcı faaliyet beklemek mümkün değil. Yine de Maicon'un performansı da önemli demiştim maç öncesi, çünkü hem çok formda hem de şu anda Brezilya kadrosunda gerçekten yıldız olan 3-4 oyuncudan biri.


Erken gelen Brezilya golü maçta dengeleri değiştirdi demiştik. 2 takımın da hücum futbolu ekolleri var, ve hücum denilince genelde savunma yapmamak anlaşılıyor. Ancak bu sene bu dünya kupasında 2 takımın da savunmaya da en az hücum kadar önem verdiğini görüyoruz. Maç öncesi bu konuyu sağlam savunma ve ekollerin değişimi olarak not almışım. Gerçekten de Hollanda'nın golden sonra geri dönmesi çok zordu. En büyük silahları Robben'in performansının takım için belirleyici olacağını düşünüyordum maç öncesi ve gerçek bir sol bek olmayan Bastos karşısındaki performansını merak ediyordum. Ancak maç öncesi düşündüğüm Robben-Bastos eşleşmesi hiç olmadı ilk yarı boyunca, durum hep Robben-Bastos,Melo,Lucio... gibi birşeylerdi. Robben'in de pozisyonları zorlayıp hızlı karar vermemesi birçok pozisyonun olgunlaşamadan harcanmasına sebep oldu. Bu noktada maç öncesi fikirlerim tükendi ve 2 adam maça damga vurmaya karar verdiler: Sneijder ve Felipe Melo. Önce Sneijder'den başlayalım. Robben'in sorumluluk almakta güçlük çektiği oyunda merkezde inisiyatif alarak takımın hücumlarını yönlendirdi. Gollerden bağımsız olarak konuşuyorum, Sneijder takımın hücumlarını yönlendiren adamdı ve Robben'in üzerinden baskıyı kaldırdı performansıyla. 2. adamsa Felipe "Bidon" Melo. İlk goldeki güzel pasından sonra goldeki hata ve en sonunda gördüğü kırmızı kartla Brezilya'nın ipini çeken adam oldu. Her ne kadar Brezilya'ya üzülsem de Hollanda şov yaparak elendiği maçların acısını çıkarıyor sanırım. Yarı finalde başarılar Portakallar..

2 Temmuz 2010 Cuma

Sportif Direktör !



Aykut Kocaman'ın basın toplantısının, tüm Fenerbahçelilere umut verdiğini düşünüyorum. Aykut Kocaman'ın teknik direktörlük yeteneklerini tartışmayacağım,bu yazıda üstünde durmak istediğim konu daha çok kendisinin gelişinin yarattığı momentum ve yetkilerinin genişliği.

Aykut'un gelmesine taraftarlar başta olmak üzere tüm camia sevindi.Aykut'un gelişi özellikle son yıllarda oynanan futboldan ve Fenerbahçe'nin kamuoyunda uyandırdığı antipatiden rahatsız olan taraftarların içini rahatlattı. Yabancı hocalarla 3 yıllık anlaşmalar yapıp, ilk sezon sonu kalan parasını vererek kovma trendi de sona erdi böylece. Aykut'un en önemli avantajı takımı tanıması. Onun gelişinden tüm oyuncuların memnun olduğunu da hesaba katarsak, sezona iyi bir başlangıç yapabilir. Şampiyonlar Ligi'ne gidilemese bile, Aykut'a olan güvende azalma olacağını düşünmüyorum.

Aziz Yıldırım, basın toplantısına başlarken, Aykut'un Sportif Direktörlük yetkilerini de koruyarak sahaya indiğini ve futbol şubesinin tek patronu olduğunu söylemesi, Aykut'un başarılı olması durumunda, bu sistemin devam edeceğinin göstergesi. Tabi Aziz Yıldırım işlere karışmayı uzun bir süre daha bırakmayacak gibi görünüyor ancak ilerde, takımı Alex Ferguson stili futboldan tamamen sorumlu bir kişinin yönetmesi, klubün profesyonelleşmesi açısından çok önemli. Aynı zamanda, oyuncuları transfer edip takımı kuran kişi aynı zamanda takımı yöneten kişi olacağı için, Türkiye'de çok sık gördüğümüz yanlış transferlere daha az rastlayacağız gibi gözükmekte.

Tabi Aykut'un bahsedilen yetkilerden ne kadarına sahip olduğunu, Aziz Yıldırım başkan olduğu sürece söylemek zor tek yapabileceğimiz Oğuz ve Rıdvan'dan sonra bir efsanenin daha yitişini izlememek için başarılı olmasını dilemek...

UFC 116: Lesnar vs. Carwin


Türkiye'de hiç bilinmeyen, takip edilmeyen, dışarıdan insanlara göstersen "vahşet"miş gibi gelen bir dövüş sporundan ve onun yakın dönemdeki en önemli olayından bahsedeceğim bu yazıda. MMA, UFC, ve yaklaşık 24 saat içerisinde gerçekleşecek olan Brock Lesnar - Shane Carwin dövüşünden.

MMA, Mixed Martial Arts'ın kısaltması, yani karışık dövüş sanatları. UFC ise bu sporun icra edildiği bir federasyon, açılımı ise Ultimate Fighting Championship. Bu federasyon, ki dünyanın en büyük iki MMA federasyonundan biri, Türkiye saatiyle Cumartesiyi Pazara bağlayan gece sahip olduğu iki ana kemeri birleştirmek için hem spor açısından önemli, hem de Amerikan medyası tarafından büyük ilgi gören bir dövüşe ev sahipliği yapacak. Ancak isterseniz bu karşılaşmadan önce ülkemizde pek ilgi görmeyen bu sporu tanıtalım biraz.

Digiturk kullanıp spor kanallarını takip edenler belki Extreme Sports Channel'da Cage Rage adıyla yayınlanan "kafes dövüşleri"ne rastlamışlardır. Cage Rage şu anda kapanmış olan bir MMA federasyonu, yani orada görülen aslında MMA sporunun ta kendisi. "Kafes dövüşü" kavramı oldukça vahşi duruyor tabii, ama günümüzde oturmuş kuralları ve tecrübeli hakemleriyle MMA herhangi bir dövüş sporundan daha "vahşi" değil, sadece bir ring yerine sekizgen biçiminde, "The Octagon" adlı kafesin içinde yapılıyor.

İşin çıkış noktası sokak dövüşleri tabii, ama dediğim gibi, günümüzde ünlü sokak dövüşçüleri MMA'de pek tutunamıyor, dileyen Kimbo Slice'ın pek kısa süren UFC kariyerini inceleyebilir ufak bir Google aramasıyla. İş şu anda, sokak dövüşündeki gibi kuvvet ağırlıklı değil, teknik çok önemli bir yere sahip bu sporda. Brasilian Jiu Jitsu denilen ve Gracie ailesinin geliştirdiği disiplin bu sporun neredeyse olmazsa olmazlarından. Rakip sadece Knockout'la yenilmiyor çünkü, submission'la, yani rakibinizi pes ettirerek de kazanabiliyorsunuz. BJJ'nin yanında, amatör güreş ve boks özellikleri üstün olan dövüşçüler vardır bolca, ama bu sporu yapanların kullandığı teknikler sumo'dan sambo'ya, kickbox'tan muay thai'ye kadar uzanır. Cidden "Mixed" martial arts yani, her teknik var.

UFC'den başka Strikeforce bir diğer önemli federasyon, onun da Fedor Emelianenko gibi bir süperstarı var, ama şu anda dikkatler Brock Lesnar ve Shane Carwin arasındaki title unification maçında. Lesnar, eski bir WWE güreşçisi ve WWE'de, yani Amerikan Güreşi'nde, şov da olsa ana kemer tutmuş bir isim, tanınan birisi yani. UFC'nin son zamanlarda çıkardığı en büyük isim ayrıca. Sadece 4 galibiyeti ve 1 mağlubiyeti olmasına rağmen 2008'in sonlarından beri UFC'de ana kemeri tutuyor. Shane Carwin ise namağlup, 12'de 12 gidiyor. Lesnar'ın hasta olduğu dönemde kazandığı Interim, yani geçici ana kemeri Mart ayından beri tutuyor elinde. Bugünkü maçta bu iki kemer birleşecek. Yani geçici kemer ortadan kalkacak ve ana kemer de maçın galibinde kalacak.

Lesnar hakkında hep ünü sayesinde federasyonda o kadar yukarıda olduğu söylenir. Doğruluk payı yok değil aslında, UFC'de Lesnar'dan başka kimse win-loss durumu 2-1'ken ana kemer maçına sokulmamıştır herhalde. Ayrıca Lesnar'ın Carwin'den kat kat daha fazla para aldığını da biliyoruz, kimin kaç para aldığı programdan sonra belli olacak gerçi ama Lesnar şimdiye kadar UFC'den minimum 250,000 dolar alırken Carwin maksimum 32,000 dolar almış dövüş başına. Fakat Lesnar, anormal boyutları, gücü, güreş geçmişi ve çıkarttığı maçlarla ne kadar üstün olduğunu kabul ettirdi herkese. Lesnar cidden MMA dünyasına göre bile büyük boyutlarda, ama Shane Carwin de yaklaşık onun boyutlarında bir isim, ve BJJ'de mor kuşak sahibi. Şimdiye kadar bütün maçlarını da ilk roundda bitirmiş bir isim.

Bu akşamki maç, öyle veya böyle, muhtemelen çok uzun olmayan ama heyecanlı, mücadele düzeyi yüksek bir maç olacak. Maçın decision'a kalmadan KO veya TKO'yla biteceğine emin gibiyim. Lesnar, hakkında "balon"  diyenleri yanıltacak mı, yoksa balon patlayacak ve Carwin yenilmezlik serisini sürdürecek mi? Bunu bu akşam göreceğiz.

Dipnot: Bu maçın galibinin şampiyonluk için bir sonraki rakibi yine namağlup giden Cain Velasquez olacak.

1 Temmuz 2010 Perşembe

Uruguay-Gana İncelemesi


Dünya Kupası'na hazır ara verilmişken bu aradan yararlanmak gerek. Şu ana kadar turnuvaya damgasını vuvuzela ve hakemler vurdu. Dünya belki de hiç olmadığı kadar hakem konuşuyor şu günlerde ve hakem hatalarını önlemek için teknolojiden yararlanılması da gündemde. Futbol adına henüz umduğumuzu bulamamış olsak da, bir şekilde takımlar elendi ve geriye son 8 takımımız kaldı. Nicelik azalınca nitelik de arttı tabii ki, dolayısıyla daha çekişmeli maçlar bekliyor bizleri. Bu nedenle hazır ara verilmişken takımların son durumlarını ve eşleşme üzerine tahminlerimizi yazmak için uygun bir zaman diye düşünüyorum. Çeyrek finalin ilk eşleşmesi olan Uruguay-Gana'dan başlıyoruz.

Uruguay'ı turnuvadan önce A grubu incelemesinde değerlendirmiştik zaten. Orada da gruptan çıkabileceklerini düşündüğümü ve güçlü bir kadroları olduğunu söylemiştim, nitekim çeyrek finale kadar geldiler ve yarı final yolları da açık. Özellikle defans yönünden çok sağlam bir takım Uruguay, Lugano ve Godin'le şu ana kadar sadece 1 gol yediler. Ama Godin'in sakatlığı nedeniyle oynayamama durumu söz konusu ve Tabarez oyuncusunu tam olarak iyileşmeden oynatmayacağını ifade etti. Tabarez şu ana kadarki maçlarda yaptığımız incelemeden farklı olarak orta sahada Avrupa'da top koşturan Eguren, Gargano gibi isimler yerine Uruguay liginden Rios gibi oyuncuları tercih etmesi. Onun dışında hücumda Suarez-Forlan-Cavani'li yapı, defans bloğu ve genel oyun yapısı olarak Uruguay kadrosundan beklenecek futbolu ortaya koydu şu ana kadar. Her ne kadar Güney Kore maçının 2. yarısını kötü oynasalar da Suarez'le istedikleri skoru almayı bildiler. Gana karşısında da en büyük kozları Suarez ve Forlan olacaktır.



Gana ise benim beklentilerimi aşarak geldi çeyrek finale, açıkçası ben Amerika'nın Gana'yı eleyeceğini düşünüyordum. Gruptan Sırbistan'ın üzerinde çıkmaları bile başarıyken buraya gelmeleri gerçekten büyük bir olay, Afrika'nın gururu ve tek temsilcisi şu an Gana. Kalede bizim çocuk Richard Kingson ya da Faruk Gürsoy iyi bir performans sergiledi şu ana kadar. Savunmada 2 Mensah, sağda Pantsil solda Sarpei'yle şu ana kadar fena gözükmeyen bir savunma kurguları var. Ancak bana göre Gana'nın şu ana kadar en başarılı olduğu nokta orta saha. Orta sahada fazla hücuma dönük oyuncu kullanmıyorlar, genelde mücadeleci, koşan basan bir orta saha yapıları var. Kaptıkları topları da olabildiğince basit oynayarak ilerideki daha yetenekli arkadaşlarına aktarıyorlar ve hücum planları genelde bu oyuncuların bireysel yeteneklerinden ileri geliyor. Bu orta saha düzeninde Muntari (her ne kadar hocasıyla kavga etmiş olsa da en son sorun çözülmüştü), Annan, Appiah ve Kwadwo Asamoah göbekte çok önemli işler yaptılar bu bakımdan. Afrikalı ön libero kötü olmaz zaten, Galatasaray fıldır fıldır orta sahaya adam ararken şu Afrika takımlarından bir oyuncu niye kapatmaz onu da anlamıyorum. Kwadwo Asamoah mesela Tardini'nin de yazdığı gibi top tekniğinin de düzgünlüğüyle Galatasaray merkezine çok iyi bir takviye olabilirdi. Gana'nın şu ana kadar oynadığı hiçbir maçta rakiplerine karşı direncinin kırılmamasını sağlayan en önemli noktalardan biri de hücum oyuncularının özelliği. Kevin-Prince Boateng olsun (KARDEŞİ ALMAN MİLLİ TAKIMINDA OYNUYOR), Ayew olsun, Asamoah Gyan olsun bunlar teknik yetenek dışında fizik güce de sahip olan oyuncular. Gyan'ın son Amerika maçında attığı goldeki üstün fiziksel becerisini gözünüzün önüne getirirseniz ne demek istediğimi anlayacaksınız. Hücum oyuncularının bu yapısı Gana'yı farklı kılıyor ve zaten genç olan kadro çok mücadeleci ve agresif bir futbolla rakiplerine üstünlük kuruyor. Ancak Gana'da Ayew ve Jonathan Mensah bu kritik maç öncesi cezalılar. Mensah yerine oynaması beklenen Hoffenheim'lı genç oyuncu Vorsah onun yerini doldurabilir diye düşünüyorum ama, Rajevac Ayew'in boşluğunu doldurmakta güçlük çekecektir. Ayew'in sol kanattan yaptığı aksiyonlar Gana hücumunda genelde çok önemli işlerin temelini oluşturuyordu şu ana kadar, onun yokluğu çok büyük dezavantaj olacak Gana adına. Antrenmanda sakatlanan Gyan ise iyileşmiş ve maçta oynacakmış.

Eşleşmeye dair tahminim Uruguay'ın turu geçeceği yönünde, bu fikrimde Ayew'in yokluğunda Gana'nın hücumda zorlanacağını düşünmem en etkili faktör. Sarı kırmızılı Afrika aslanlarına elenir demek hoşuma gitmiyor ama yıllardır uyumakta olan Uruguay efsanesi de bu dünya kupasıyla geri dönüyor herhalde..