
Dünya Kupası'nın 4. günü Hollanda-Danimarka maçıyla başladı. Portakallar her turnuvanın sevilen ekiplerindendir, her zaman için izleyicilere güzel futbol izletirler. Bu turnuvada da umutluydum onlardan. Ancak bu maçki performansları çok da umut vermedi. Bu turnuva benim şu ana kadar izlediğim en zevksiz turnuva olma yolunda ilerliyorsa bunun tek bir sebebi var, o da güçlü takımların dahi başarısız olma korkusuyla hücum yapmaktan çekinmesi. Zayıf bir takımın defansif oynamasını anlarım ama kendinizden güçsüz takımlara karşı en azından o riski alabilmelisiniz, bu yüzden Fransa, Hollanda gibi takımları yazarken üzülüyorum aslında çünkü bu turnuva "Joga Bonito"nun iyice yok olmaya yüz tuttuğu bir organizasyon olarak gelişiyor. İlk yarı 2 takımın da aşırı etkisiz ve defansif futbolundan sonra Hollanda'da Elia'nın oyuna girişi oyuna hareketlilik getirdi. Ancak yine de defans hatasından gelen own goal olmasa çok da bir atraksiyon olmuyordu maçta. Zaten ileride sadece Bendtner ve Rommedahl'ın ayağına bakan Danimarka bu dakikadan sonra pozisyon bile bulamadı diyebiliriz. Bu sene Beşiktaş'tan da gördüğümüz gibi böyle 8-9 kişiyle savunma yapıp karambolden gol nasıl olsa atarım, atamasam bile yemem 1 gol alırım mantığı golü yiyince bozuluyor. Maçın bana göre en iyileri Sneijder ve Elia'ydı. Ancak Hollanda'nın dahi hücum futbolu sergilememiş olması üzücüydü.
Günün 2. maçı Japonya-Kamerun maçıydı. Maç öncesi favorim Kamerun'du çünkü Japonya'daki oyuncuların yüzde 90'ı ismini bile duymadığım adamlar. Maçı izleme fırsatı bulamadım, ancak söylenene göre Kamerun hatalı bir kadroyla çıkmış sahaya. Kamerun kadrosunu inceleme fırsatı bulsaydık diyecektim ki orta sahada defansif özellikli oyuncuları çok sayıda ve kaliteli oyuncular. Böyle bir takımın da, ki hücumda da defansif forvet diyebileceğimiz Etoo gibi bir oyuncu varken kalabalık bir orta sahayla sahanın her yerine yayılan bir pres sergilemesini beklerdim ben, tıpkı Okan-Emre-Suat'lı Fatih Terim Galatasaray'ı gibi. Ama onlar ilerde daha çok oyuncuya yer verip orta sahayı zayıf bırakınca Japonya oyunun hakimiyetini ele almış. Şunu unutmamalıyız ki hücum futbolu oynasınlar derken savunmayı orta sahayı boş bıraksınlar demiyoruz. Sahadaki dizilişten bağımsız olan bir takım mantalitesi vardır, takım sahaya tek forvet de çıksa hücumcu bir futbol sergileyebilir (Türkiye'de çoğu spor yazarının büyük takım tek forvetle mi oynar argümanı(!) da bu yanlış anlamadan gelir zaten).

Son maç ise İtalya-Paraguay maçıydı. İtalya zaten yıllardı savunmasıyla tanınan bir ülke, Paraguay da eleme maçlarında yaptığı iyi savunmayla ön plana çıkmıştı. Dolayısıyla futbol açısından fazla beklentilerim olmayan bir karşılaşmaydı, maçın 0-0, 1-0, ya da 1-1 biteceği de ortadaydı. Kesik kesik izleyebildiğim maçta izlediğim bölümlerin neredeyse tamamı orta saha mücadelesiydi. İtalya genç ve yaşlı oyuncuların ilginç bir şekilde harmanlandığı bir takım. Camoranesi, Zambrotta, Cannavaro gibi son turnuvasını oynayan veteran oyuncularla, takımda genç gibi gözüken ama aslında artık yavaş yavaş gençlikten "genç semih"liğe adım atmakta olan De Rossi, Chiellini, Montolivo gibi oyuncular bir arada. Söz konusu İtalya olunca genç oyuncu 23ten başlıyor, yaşlı oyuncu da 39'a kadar devam ediyor sanıyorum. Paraguay'a dönecek olursak Nelson Valdez, Cardozo ve Santa Cruz gibi kaliteli forvet oyuncuları var ve bu bolluk onlara orta sahayı defansif kurmalarına rağmen gol sıkıntısından bir ölçüde kaçınmalarını sağlıyor. Bu maçta da ilk gole kadar izlediğim dakikalarda bariz bir dominasyon olmasa da İtalya daha iyi oynayan taraftı (ya da daha az sıkıcı). Ancak golü bulan taraf Paraguay oldu. Gol 2. yarıda işleri değiştirdi bu anlamda, özellikle sağ kanatta Pepe'nin başarılı performansı ve yapılan oyuncu değişiklikleriyle en azından 1 puanı kurtardı İtalya. Sanıyorum ki 1 oyuncu değişikliği hakkı Buffon'a harcanmak zorunda kalınmamış olsaydı Lippi son bir hamleyle maçı da alabilirdi. Ama bu alınan 1 puan da 2 takımın için fazlasıyla yeterli olacaktır. İki takımın gruptan kolkola çıkacağını düşünüyorum..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder